• Ana Sayfa
  • Ana Sayfa
  • Dergi Arşivi
  • Hareket’e katıl!
  • Hareket’e sor!
  • Haziran
  • İletişim
Pazartesi, Mayıs 5, 2025
  • Gündem
  • Makaleler
    • Emperyalizm ve Dünya
    • Emek Hareketi
    • Ulusal Sorun
    • Bilim & Felsefe
    • Tarım Sorunu
    • Kadın Mücadelesi
    • Kültür & Sanat
    • Çevre Sorunu
    • Sağlık
    • Eğitim
  • Temel Tezler
  • Doğru Yerden Öğrenelim
  • Devrimci Kişilik
  • Hareket’e katıl!
No Result
View All Result
Devrimci Hareket
No Result
View All Result

1 Mayıs 2025: Dersler ve sonuçlar

Facebbok'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

 

1 Mayıs’a, artıları ve eksileriyle zorlu bir süreç içinde girdik. Öyle görünüyor ki yaz, sadece iklim olarak değil sınıflar mücadelesi açısından da çok sıcak geçecek. Okulların kapanmasıyla ya da tatil ile ivme düşürecek bir süreç değil bu.

Dünya ölçeğinde emperyalizmin ve ülke özgülünde faşizmin derinleşen ve kapsam büyüten niteliği bize önümüzdeki 10 yılları belirleyecek veriler sunuyor. Değerlendirme, bu içerik üzerinden yapıldığında, “Ne/nasıl yapmalı?” meselesine dair soru ve yanıtlar doğru/sınıfsal ölçekler üzerinden verilir.

Sıkça belirttiğimiz gibi emperyalizmi anlamak faşizmi anlamayı da beraberinde getiriyor. Kriz ve savaş koşullarında yeniden paylaşım içinde olan emperyalist güçler, tüm gezegeni bir yangın yerine çevirmiş durumda.

Türkiye’ye gelince; Hatay’ın “rezerv alan” yasasıyla baştan çiziliyor olması ile kayyumlar, belediyelere/şirketlere el koymalar, devlet eliyle yapılan “yağma ve çökme” olarak tanımlanabilecek operasyonlar toplamda mülkiyet değişimine, el koymaya denk düşen saldırılardır; doğrudan iktidar eliyle yapılmaktadır. Kamusal tüm varlıklar peşkeş çekilirken kimi şirketlerin içi sermayenin bir başka kesimi adına boşaltılmaktadır. Saldırının bu boyutu görülemediğinde mesele “başkanlık adaylığı” kavgasına kadar daraltılır ki bu, olgunun temel niteliklerini konu dışı bırakır.

Böyle bir süreçte, 19 Mart sonrasında, genelde halkın özelde öfke biriktirmiş gençliğin “en büyük sokak örgütü” haline geldiği bir tarihsel kesitte, TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan “Mustafa Kemal’in önünde diz çöküyoruz” değerlendirmesini yapıyor. Samandağ’da halk, arazilerine çökülmesi, rant için yağmalanması karşısında direnirken, Samandağ Belediye Başkanı TİP‘li Emrah Karaçay, Murat Kurum’a ipek hediyeler eşliğinde teşekküre gidiyor. Sol Parti ise birleşik mücadele çağrısı yapma şampiyonluğunu kimseye bırakmazken, bu konuda somut, gerçekçi bir öneri aldığında ölü taklidi yapıyor. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB ise bir kez daha 1 Mayıs konusunda karar alma ehliyetine sahip olmadıklarını gösteriyor.

Kadıköy’den yansıyan 1 Mayıs fotoğrafı ve sol

Solda karşılaştığımız bu tablo nedir? Sınıflar mücadelesinin ivme yükselttiği bir konjonktürde, bu uzlaşmacılığın, fren rolü oynamanın nedenleri, tarihsel arka planı nedir? Solda ne oluyor? Kadıköy’den yansıyan 1 Mayıs fotoğrafı nasıl okunmalıdır?

Gerçekte bugün solda yaşanan çözülme başlı başına bir tez konusudur. Ancak biz yazının sınırlılığı içinde şimdilik belirli ipuçları vermekle yetineceğiz. 12 Eylül’den 10 yıl sonra, ülke özgülündeki yenilginin dünya ölçeğinde sosyalist cumhuriyetlerde yaşanan çözülmeyle iç içe geçmesiyle beraber 1990-1996 arasında bir çeşit “kendi kendini tasfiye” süreci yaşandı. Bu tarihsel aralıkta, TKP ve TİP‘i birleştirerek kendi tasfiyesini gerçekleştiren TBKP‘nin; Devrimci Yol‘dan kalan teorik ve pratik mirası, güç ve imkanları aynı çatı altında toplayıp tasfiye etmeyi amaçlayan (halkın ve mücadelenin değil kurucularının ihtiyacı olan) ÖDP‘nin; Halkın Kurtuluşu’ndan TDKP’ye uzanan devrimci mirası tüketmeyi amaçlayan EMEP‘in kuruluş süreçleri incelendiğinde bugün yaşananlara dair önemli ipuçları elde edilecektir.

Anımsanacak olursa 90’lı yıllarda giderek “sınıftan kaçış” yaşandı. Sınıftan kaçıldığı oranda da kimlikler öne çıktı. Öcalan’a mektubunda “1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler…” dedirten gerçeklik budur.

Geçen yıl 1 Mayıs sonrasında yaptığımız açıklamada “DİSK, bu hakkı ve sorumluluğu nereden alıyor?” diye sormuş ve “Sendikaların geçmişte sınıfla bağlarının gücü, devrimci sol yapıların sendikalardaki kadrosal gücü gibi nedenlerle ortaya (sendikaları inisiyatifli hale getiren) 1 Mayısların konfederasyonların öncülüğünde örgütlenmesi gibi bir gelenek çıkarmıştır. Ancak bugün gelinen aşamada bu devamlılığı gerektiren hiçbir neden kalmadığı halde, dünden bugüne uzanan bu alışkanlık ve ortamı boş bulmaya sebep ‘irade eksiği’ istismar edilmekte ve sanki 1 Mayıs’ın nerede, nasıl kutlanması gerektiğine karar verecek tek yetkili gibi davranma şansı vermektedir. Bu sözümüz, kendinde bu hakkı gören diğer sendikalar, odalar vb. için de geçerlidir.” değerlendirmesini yapmıştık.

2025 1 Mayıs’ı öncesinde bu değerlendirmemizi doğrulayacak şekilde bir kez daha fren rolünü oynamak üzere, emek örgütleri adına öne çıkan 4 yapı ile bu yapılarla iletişim içinde olan başta EMEP, Sol Parti, TİP, TKP olmak üzere çeşitli partilerin kendinde, alanı ve süreci belirleme hakkını görmesi bağlamında tekelci tutumuyla, sınıf ölçülerine yakışmayan uzlaşmacılığıyla karşılaştık. Bu, aynı zamanda önümüzdeki sürece dair bir ayrışmanın/saflaşmanın işaretidir.

Devrimcilerin magazini, doğru ve gerekli haberden, temel olanı tali olandan, parçayı bütünden ayırmak gibi bir yeteneği olmalıdır; bu, yöntemin kendisidir. Aynı zamanda derinleşen çelişkilerin ve şiddetlenen sınıflar mücadelesinin, küresel savaş koşullarındaki gerekleri değerlendirilmeli; pragmatizmden, popülizmden, günü kurtarma hesapları bağlamında dar grupçu küçük hesaplardan uzak durulmalıdır. Ne yazık ki bırakalım bu zaaflı, ayrıştırıcı ve kolaycı politikalardan uzak durmayı; tersine, bir tükenme, konfor alanını terk etmeme ve “steril alanlar” oluşturarak burjuva siyasete (sınıf karşıtına) öykünme durumuyla karşı karşıyayız.

Gerçekte bu ne alan tartışmasıdır ne de salt bir “gün” tartışmasıdır; süreci okumadan doğru ve gerekli bir politika geliştirmeye kadar solda giderek kapsam büyüten ve çürüten bütünlüklü bir sorundur; gelenekten de temel teorik tezlerden de uzaklaşma halidir; “treni salla yürüyor görünsün” teslimiyetçiliği ve hatta oyun oynama halidir.

Sistem içi kavgada ortaya çıkan çelişmeleri ve dinamikleri değerlendirmek, taklitle, sınıf karşıtına öykünmekle değil alternatifle, devrimci duruş ve politikayla olur. Halkın olduğu her yere gitmek Lenin‘in tavsiyesidir; mesele yanına gidilen halkla bütünleşmek ve alternatif politikalar eşliğinde, eşikler aşmaktır. Bu, bilinçte de eylemde de geçerlidir. Bunun sürece dair fiili anlamı; Beyazıt‘ta yıkılan barikattan ve Saraçhane’den sonra Taksim‘dir.

Kitlelerin, eylemin öğreticiliği eşliğinde eşik atlama noktasına geldiği bir tarihsel konjonktürde onları geri çekmek, “yerinde sayma” ve düzen içinde tutma egzersizleri yaptırmak, devrimcilerin, sosyalistlerin değil reformistlerin işidir. Bugün için bu türden duruşlar neoliberalizmin solda yarattığı çözülmenin ve düzeniçileşmenin sonuçlarıdır.

Neyi, nasıl hangi ölçülerle tartışacağız veya ele alacağız?

Gerçekte mesele sanıldığı denli karmaşık değil. Yeter ki bugüne kadar biriken görme ve anlama dağarcığımızı, kavram setimizi doğru kullanabilelim. Öznelliğin değil sınıf gerçekliğinin siyasetini yapalım; anlık ve hatta küçük kazanımlardan değil uzun erimli ve sonuç alıcı mücadelenin gereklerinden yana olalım.

Tüm birlik çağrılarına ve gerekliliğine rağmen dar grup çıkarları veya bireysel hayattaki “kişiselleşme,” diğer yanıyla sınıfsal kavrayıştaki düşme, aynı değerler etrafında buluşması gereken yapıları ayrıştırıyor. Hala “otoriterlik mi faşizm mi” diye tartışıyoruz. Tabii ki mesele kavram meselesi değil. Ama gerek açık emperyalizmin gerekse açık faşizmin tehdidini, bir otoriterin baskısına indirgemenin sakıncaları çok büyük, tuzakları çok çeşitli. O zaman tanım ufkunuzda Erdoğan, Trump, Netanyahu görünür. Bağlamlar kopar; tehdidin sermayeyle ilişkisi yani gerçek büyüklüğü ve sürekliliği görülmez.

“Tüm tuşlara basmak” diye bir deyim vardır. Bunu Erdoğan da Trump da Netanyahu da yapıyor. Ama bizim de tuşlarımız var. Onların distopyası bizim ütopyamız var; üstelik onlardan çok daha kadim. Yazısız ve yazılı tarihte de  ütopya vardır. Yeter ki bulup çıkaralım, yeter ki geçmişimizden de geleceğimizden de öğrenelim.

1 Mayıs’tan geleceğe ve kavgaya

Ortaya koyduğumuz devrimci pratikle, ona uygun bir bilinç ve ufukla, işçi sınıfının birikim hafızası ve ayak izleriyle Mayıs ayına girdik. Baharın ve mücadelede ivme yüksekliğinin habercisi Mayıs’ta gelincikler kızıl bir gelinlik giydirir doğaya. Her tomurcuk patlaması bir gülümsemedir insana ve yaşama.

Mayıs’ın 4’ünde Fikri Sönmez geçer özgürleşme defterinin ölümsüzlük kayıtlarına. 6’sında Deniz, Yusuf, İnan meydan okur faşizmin sehpasına. 18’inde İbrahim‘le, 31’inde Kadir, Sinan, Alparslan‘la büyür Mayıs’ın önemi. Sonra da Cevahir devralır bu bütünlüklü değerleri.

Bu yıl Mart’ın 3’ünde Önder‘in öncülüğünde, 8’inde kadınların yoldaşlaştırıcı duruşunda ve 21 Mart’ın tarihsel önemi eşliğinde girdik bahara. Gençlik, en önemli dinamik olarak sokaklara devrim tadında şarkılarla, günü aşan umut verici bir ufukla çıktı.

19 Mart’tan hemen sonra artık mesele ne yalnızca Ekrem İmamoğlu‘nun tutuklanması ne de diploma iptali veya kayyumdu; yeni sömürgeciliğin Türkiye sahasındaki sonuçlarıydı, 23 yıllık darbe ve açık biçimler alan faşizmdi.

Sokağa veya pencereye çıkanlar, slogan atanlar veya tencere-tava sesi çıkaranlar; mitinglere sesiyle, traktörüyle, sınıfsal simgeleriyle katılanlar, tutsaklık dahil çeşitli biçimlerde bedel ödeyenler, aynı safların ve aynı amaçların ortaklaşmış gücü ve yazılmamış da olsa programatik ifadesiydi. Gücünü haklılıktan alan kitlelerin yenilmezliğinin güncellenmiş son örneğiydi. İçinde Gezi dahil geçmiş birikimi de vardı, gelecek ufku da.

Mücadeleyi güzelleştiren, hem hakkını arama bilinci ve fiili sonucu hem de içinde itirazla beraber ütopyayı barındırmasıdır. Ütopya, bugünün alternatifi olduğu kadar geleceğin de eleştirisidir. İnsanın güzelliği düşsel tasarımlarla büyütmesidir.

1 Mayıs hem emekçi hem devrimcidir

1 Mayıs, emeğin sermaye karşısındaki, emekçinin kapitalist karşısındaki duruşudur; ilerici insanlığın binlerce yıllık birikimini temsil eden kavram setine içkindir; hem 15-16 Haziran’dır hem Mahir Çayan‘dır; hem 30 Mart’tır, hem yeniden doğumdur. Bugünün halklarının tüm sorunlarının çözüm mecraları 1 Mayıs’la uyumludur; tarihin sonunun geldiği, büyük anlatının geçersizleştiği iddialarının reddi ve antitezidir.

Bugün artık daha hızlı ve sınırsız yağma, daha kapsamlı sömürü, daha vahşi kapitalizm için teknoloji dahil her yola başvuruluyor. Saray rejimi, buna en uygun ve emperyalizm tarafından tercih edilen en kullanışlı rejimdir. Ortadoğu’nun yeniden dizaynı için de demokratikleşme beklentilerinin emperyalist çözümle boşa düşürülmesi için de kullanışlıdır. 19 Mart sonrasında Saray rejimi saldırıda el yükseltmiş, sömürü ve yağmayı hızlandırmıştır. Diğer bir ifadeyle Saray rejimi faşizmdir; sömürge rejimidir. Saray rejimi; yağmanın, talanın, esaretin ve ölümün tescilidir; reddediyoruz. Ülkemiz de değerlerimiz de sahipsiz değildir.

Unutmamak gerekir ki eşitlik ve özgürlük yoksa barış da yok. Saflar ona göre diziliyor. Sermayenin sembol isimlerinden Rockefeller Mayıs ayında öldü; Deniz Gezmiş Mayıs ayında sehpayı tekmeleyerek ölümsüzleşti. Onlar Rockefeller’in izinde yürüyor; biz ise Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in, İbo’nun; Kadir, Sinan ve Alparslan’ın yolunda yürüyoruz.

Tüm bu nedenlerle 1 Mayıs sadece bir tören veya sadece bir gün değildir; 2 Mayıs’a daha güçlü, daha bilinçli ve örgütlü girmenin ifadesidir.

Devrimci Hareket

5 Mayıs 2025

  • Ana Sayfa
  • Dergi Arşivi
  • İletişim
devrimcih@yahoo.com

© 2019 Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Hareket Dergisi

No Result
View All Result
  • Gündem
  • Makaleler
    • Emperyalizm ve Dünya
    • Emek Hareketi
    • Ulusal Sorun
    • Bilim & Felsefe
    • Tarım Sorunu
    • Kadın Mücadelesi
    • Kültür & Sanat
    • Çevre Sorunu
    • Sağlık
    • Eğitim
  • Temel Tezler
  • Doğru Yerden Öğrenelim
  • Devrimci Kişilik
  • Hareket’e katıl!

© 2019 Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Hareket Dergisi