“Terörizmi bölgemize kim soktu?
Birileri geldi ve toprağımızı aldı, bizi göç etmeye ve kamplarda yaşamaya zorladı.
Bence terörizm budur.
Bu terörizme karşı direnmek ve onun etkilerini durdurmak için gerekli araçları kullanmak; bunun adı mücadeledir.”
Leyla Halid.
Filistinli güçlerin İsrail’e karşı başlattığı saldırı, içinde çeşitli mesajlar taşıyan ve çeşitli açılardan değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Bugün dünyanın pek çok noktasında konjonktürün niteliğine bakıp halklar/ezilenler adına yapılacak bir şey olmadığını/kalmadığını zannetme fikri, 7 Ekim sabahı itibariyle Filistin’de yıkılmıştır. Böyle düşünenlerin de bizzat İsrail’in de ezberi bozulmuş; İsrail güçleri, alışmadıkları alanlara çekilmiş, kolaya kaçarak salt askeri imkanlarla üstünlük sağlayabildikleri yöntemlerin ötesine zorlanmıştır.
Meselenin basit bir güç ve imkân kıyaslamasından ibaret olmadığı, sabrı sınanan haklıların kazanma potansiyelinin devam ettiği görüldü/gösterildi. Kaldı ki bu, sınıflar mücadelesi tarihinde sayısız defa görülmüştür. Ancak mevcut konjonktür, bazı gerçeklerin güncellenerek gösterilmesini gerektirebiliyor.
“1973’teki Yom Kippur Savaşı’ndan sonra yaygınlaşan, İsrail’in savunma doktrininin yenilmez olduğu şeklindeki hatalı kavrayış çöktü” ifadelerini, İsrail gazetelerinde görebiliyoruz. Gerçekleştirilen eylemli direniş elbette İsrail’in sonu olmayacak ancak Filistinli savaşçıların başlattığı harekatın boyutu ve Filistinli örgütlerin direnişin etrafında birleşmiş olması çeşitli açılardan önemli ve anlamlıdır. Sonuç ne olursa olsun bu harekatın halkların kurtuluş mücadelesi adına kazanımları olacaktır; mesele İsrail’in yeni ve kapsamlı saldırılarına maruz kalmaksa, bunu en iyi bilen ve buna en alışmış olan askeri güçleriyle beraber Filistin halkıdır.
Bu saldırı elbette siyasi ve diplomatik gelişmeler açısından taşları yerinden oynattı, uzun vadeli ve büyük sonuçları da olacaktır. Ancak İsrail toplam kötülüklerde, işgal-saldırı ve katliamlarda zaten sınır tanımıyordu. Bıçak zaten kemikteydi. Ne sahada ne masada kural tanımıyordu. Filistin’in -ne kadar sert olursa olsun- saldırı meşruiyeti buradan geliyor.
Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılar dahil, ırkçı-işgalci, hatta Filistinlileri bütünüyle yok sayan anlayışla saldırılar ısrarla tırmandırılıyordu. Bunun karşısında sessiz kalmanın veya sınıfsal nitelikleri öz itibariyle İsrail’den farklı olmayan uluslararası güçlerden çözüm beklemenin bir anlamı kalmamıştı.
Mevcut gelişmeler, uzun süreli bir hazırlık yapıldığını gösteriyor. İran’ın Hamas’a ve özellikle İslami Cihad’a lojistik destek sunduğu hatta bazı kadroların İran’da eğitim gördüğü de biliniyor; bu kez motorlu planör kullanılması, dronla tankın vurulması gibi yeni askeri taktiklere, modern savaş tekniklerine başvuruldu. 20 dakika içinde binlerce roketle İsrail’in güneyindeki şehirlere atış yapıldı. Şehir meydanları kontrol altına alınmaya çalışıldı. İsrail polis ve askerleri ele geçirilerek Gazze’ye götürüldü. O çok övülen Demir Kubbe’nin de Mossad istihbaratının da aşılabildiği görüldü. Ve “İsrail’in 11 Eylül’ü” değerlendirmeleri yapıldı. İsrail 1973’ten beri ilk kez yedek kuvvetlerini göreve çağırdı.
Saha giderek ısınacaktır; nitekim Lübnan’dan İsrail’e roketli saldırı düzenlendiği haberleri de gelmeye başladı. Ortadoğu bu sıcaklığın yayıldığı ve çeşitli biçimlerde etkisinin hissedileceği bir coğrafyadır. Öncelikle bilinmelidir ki bu bir bilek güreşi veya imkân yarışı değildir. Emperyalizmin işbirlikçisi işgalci bir güce karşı meşru bir savaştır. Yaşanacak kayıplara rağmen mutlaka artıları olacaktır.
Terörse söz konusu olan, İsrail, emperyalizmin bölgedeki vurucu gücü, terörist bir devlettir. Sivil hedefleri vurmaksa, bunu en yaygın ve ölçüsüzce yapan İsrail devletidir. Bölge halklarının katili, işgalci bir örgütlenmedir. Bu süreçte gerek sarsılan prestijini korumak gerekse saldırılarına meşruiyet kazandırmak için dezenformasyon yüklü haberler yapılacaktır/yapılmaktadır.
Bugün artık dezenformasyonun ve saflaşmanın küresel boyutta, büyük ölçeklerde ve büyük oynanarak yapıldığını söylemek abartılı olmaz. Yapılacak değerlendirmelerde bu gerçeklik dikkate alınarak içerik oluşturulmalıdır.
Daha önce de söylediğimiz gibi ya topraklarından edilmiş ya da topraklarında mülteci konumuna sokulmuş; yaşamı duvarlarla, giriş kapılarıyla denetlenen ve gerektiğinde kapılar da kapatılarak, balık avı bile yasaklanarak tam bir yokluk ve zindan hali yaşatılan Filistinlilerin itirazını veya itirazının şeklini tartışmak, İsrail eylemine meşruiyet aramak; aklı ve vicdanı yerinde olan insanların işi olamaz. Hiç kimsenin bir başkasına, bir zindan halini benimseyerek sessiz kalmayı, duruma rıza göstermeyi dayatma hakkı yoktur. Esaretin, zulüm ve işkencenin olduğu yerde, itiraz; haklı, gerekli ve meşrudur.
Yaşasın Filistin halkının emperyalizme ve İsrail faşizmine karşı mücadelesi!
Yaşasın halkların mücadele birliği!
Devrimci Hareket
8 Ekim 2023