• Ana Sayfa
  • Ana Sayfa
  • Dergi Arşivi
  • Hareket’e katıl!
  • Hareket’e sor!
  • Haziran
  • İletişim
Cumartesi, Mayıs 17, 2025
  • Gündem
  • Makaleler
    • Emperyalizm ve Dünya
    • Emek Hareketi
    • Ulusal Sorun
    • Bilim & Felsefe
    • Tarım Sorunu
    • Kadın Mücadelesi
    • Kültür & Sanat
    • Çevre Sorunu
    • Sağlık
    • Eğitim
  • Temel Tezler
  • Doğru Yerden Öğrenelim
  • Devrimci Kişilik
  • Hareket’e katıl!
No Result
View All Result
Devrimci Hareket
No Result
View All Result

Örgütlenme anlayışı üzerine (I)

Facebbok'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

Farklı zaman ve biçimlerde üretilmiş ve devrimci deneyim hanesinde birikmiş ‘doğrular, olduğu gibi alınıp politik-pratik içerisinde bir kalıp olarak kullanılacak türden olgular değildir. Böyle bir uygulama, pratiğin yaşayan yanına aykırı düşer. Ancak, çeşitli avantajlar dizisine sahip olan Türkiye devrimci hareketi, eşine az rastlanır bir deney ve birikime ulaşmıştır. Bu birikim, en karmaşık süreçlerde bile, gereklerin yerine getirilebilmesinde bir yardımcı unsur olarak işlev görmektedir. Örgütlenme konusu devrimciler açısından her zaman için bir farklılık sebebi olmuş ve çok ciddi tartışmalara kaynaklık etmiştir. Devraldığımız teorik-pratik referansın yol göstericiliğinde çizdiğimiz örgütlenme perspektifi, bugünün de sorunlarını hesaba katan ve çözümüne dair görevleri içeren bir nitelik taşımaktadır. Uzun veya kısa vadede değişen her koşulu hesaba katmak durumunda olan devrimciler; bir taraftan günü yakalarken diğer taraftan, asli yönelimlerinde bir çarpılma yaşanmasına izin vermezler. Diğer bir ifadeyle, temel örgütlenmelerini güncel/tali kimi düzenlemelere feda etmezler. Zaten doğru bir perspektif ışığında ele alındığında bu türden olguların, karşı karşıya getirilecek bir yanı da yoktur.

İdeolojik-politik hattın oluşumu üzerinde tayin edici rol oynayan olgular doğru seçilmelidir

Özellikle 1990 sonrasında yaşanan farklılaşmalara baktığımızda kimi gelişmelerin, sebep olmamaları gereken sonuçlara gerekçe edildiğini gördük. Devrimci hareketlerin toplumla aralarında oluşan mesafe, kitle ilişkilerinde ‘istenen’ düzeyin yakalanmaması, üzerinde yürünen zemine dair soruları büyütmüştür.

Devrimci hareketlerin kitle/toplum ilişkilerinin niteliği -biçimi- her dönemde bir dizi tartışmanın nedeni olmuştur. Bu noktanın kavranışındaki basit hatalar, çok önemli sapmaların nedenini oluşturmuştur.

Genel olarak, devrimci hareketlerin ideolojik-politik çizgilerini belirleyen temel etken, toplumda maddi yaşamın üretilmesi sürecinde yaşanan çelişmelerdir. Üretici güçlerin çelişim düzeyi ile mevcut üretim ilişkileri arasındaki çelişme, siyasal tavır alışın temelini oluşturur. İdeolojik-politik çizginin özünü üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişmelerin, herhangi bir tarihsel kesitte almış olduğu farklı biçimlerin (emperyalizm olgusu, gizli ve açık işgal, faşizm gibi) çözümlenmesi oluşturur. Devrimciler açısından stratejik hedefler, iktisadi yaşamın çelişmeleri tarafından belirlenir.

Bu nedenle Devrimci hareketler, stratejik hedeflerini, temel ideolojik ve politik çizgilerini; yaşadıkları topluma ait iktisadi yaşantının bütün yönleriyle ayrıntılı bir biçimde incelenmesine dayandırırlar. İşte bu temel ideolojik-politik belirlenim, toplumdaki bilinç düzeyinden üst yapıdaki siyasal gelişme ve tercihlerden büyük oranda bağımsızdır. Toplumda ekonomik alanda yaşanan çelişmelerle, bu çelişmelerin yaratacağı doğrudan bilinçlenme zamandaş değildir. Bir neden-sonuç ilişkisine bağımlı olarak toplumlarda siyasal bilincin oluşum süreci oldukça yavaştır. Bu nokta devrimci hareketler açısından önemlidir. Temel ideolojik-politik tercihlerini toplumdaki egemen siyasal eğilimlere göre değil, maddi yaşamın ilişki ve çelişmelerinin incelenmesine göre yaparlarken; toplumdaki siyasal bilincin oluşumunda devrimci hareketlerin çok önemli bir katalizör rolüne sahip olduğunu da bilirler. Ve sürdürecekleri siyasal pratikte, eylem çizgisinde bunu hesaba katarlar.

Böyle bir perspektif ışığında geliştirilecek olana örgütlenme tarzı, araç-amaç diyalektiğine uygun olarak biçimlenir.

Örgütlenmeler birer araçtır ve amaca hizmet eder

‘Bir savaşın karakteri (bir gerici savaş mı yoksa devrimci savaş mı olduğu) saldırganın kimin olduğuna ve kimin ülkesinde ‘düşmanın’ bulunduğuna değil, hangi sınıfın savaş yaptığına, bu savaşla hangi politikanın sürdürüldüğüne bağlıdır.’ (Marks-Engels-Lenin, İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, s:303)

Bu ölçüt gerçekte, çok değişik biçimlerde süren sınıf savaşımını her alanda doğru tahlil edebilmenin de koşulunu sağlar. Böyle bir savaşı örgütleme göreviyle karşı karşıya olan politik organizasyonun yapılanması ihtiyaçlar tarafından belirlenir. Amaca hizmet etmek üzere varlık gösteren ve ihtiyaca göre biçimlenen örgütsel yapı; araç-amaç ilişkisinin içerdiği diyalektik ile doğrudan ilintilidir.

‘Biz, sınıfların ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Buna erişmek için araç nedir?’  diyen Engels ‘Devrim politikanın en yüksek edimidir ve devrim isteyen herkes, aracını da istemek zorundadır.’ (a.g.e. s:74) diye ekliyor. Doğaldır ki devrimin olmazsa olmaz aracı, politik organizasyondur. ‘İşçi partisi (…) kendine özgü hedefi, kendine özgü politikası bulunan bağımsız bir parti olarak oluşmalıdır.’ (a.g.e. s:74)

Devrimciler koşullar üstü, mutlak her zaman geçerli araç ve yöntemlere sahip değildir. Somut durumun somut tahliline dayanmadan, peşinen hiçbir örgüt biçimini reddetmezler. Mücadele araç ve yöntemleri, soyut ön kabuller toplamı değil, hayatın öğreticiliğine dayanan mücadele içerisinde birikmiş deneyler toplamıdır. Çalışma tarzı ile örgütlenme biçimi arsında diyalektik bir bağ vardır. Amaçlanan çalışma tarzının gerektirdiği örgüt biçimini hesaba katarak optimal bir örgütlenme tarzı ile siyasal arenada yer alınmalıdır. Sınıflar çatışmasına dair perspektifini ve alacağı rolü platonik kaygılarla belirleyenler, kavganın gereklerini yerine getiremezler.

Kazanımları, birikim deneyimleri bir şablon olarak alıp uygulamanın Marksist öğreti ile bağdaşmazlığını bilen devrimciler; değerlendirmelerinde zaman ve mekân farklılaşmasını hesaba katarak hareket ederler.

‘Her tarihi dönem için farklı iktisadi siyasi yapılardaki tüm ülkelerde geçerli bir parti modeli biçimi yoktur. Örgüt biçimi çalışma tarzı ve devrim biçimine zorunlu olarak bağıldır.’ (Bildirge-1977)

Örgütlenmenin amaca hizmet etmek üzere bir araç olarak varlık gösterecek olması, örgütlü yaşamın pek çok ayrıntısına yansıyan özel bir dikkat ve hassasiyeti gerektirir. ‘Amaca uygunluk’, her zaman için gözetilmesi gereken bir ölçüt olarak kabul edilmelidir. Hiçbir fiil yoktur ki, katışıksız kendiliğindenlik veya saf iradi özelliğe sahip olsun. En kendiliğinden görünen eylemde bile bilinçli bir yanın olması, hareketin diyalektiği gereğidir. Yönlendirici irade, buradaki iç içeliği kavrayabildiği ölçüde; kitlenin kendiliğinden eylemi ile Lenin’de ‘Bize bir devrimciler örgütü verin Rusya’yı yerinden oynatalım’ biçiminde somutlanan irade faktörünün tamamlayıcılığını zamanında ve doğru biçimde değerlendirebilecektir.

Devrimci örgütlenmelerin kitle eylemi karşısında bocaladığı pek çok örnekte, söz konusu diyalektik kavrayışın eksikliği göze çarpar. Teori ile pratik arasında, öncü ile kitle arasında matematiğin sayısal kesinliğini andıran bir ilişki beklentisi söz konusu olur ki bunun pratik yansıması, sosyal bilimde yeri olmayan mekanik bir kavrayıştır. Teori ile pratik arasındaki ilişkiyi, bağrında içerilmiş bir şekilde taşıyan parti; yükleneceği işlevler, karşılayacağı ihtiyaçlar, yadsındığında mekanik bir düzeneğe, bir araya getirilmiş insanlar topluluğuna döner ki, bunun adından öte başka bir yanının ‘parti’ olmayacağı açıktır.

Leninist partiyi tek başına bir hiyerarşiye, yukarıdan aşağı belirlemeye, demokratik merkeziyetçiliğe, gizliliğe vb. indirgemeyen; ama bu niteliklere de sahip olması gerektiğini bilen devrimciler, sınıflar mücadelesinin her kesintide ihtiyacı karşılayan uygun örgütsel yapıları oluşturma şansına sahip olacaktır.

Bir miktar kadroyu program ve tüzük etrafında toplayarak, parti sorununu bir çırpıda halledenler için bu anlattıklarımız gereksiz ayrıntılar gibi gelebilir; ancak bilinmelidir ki yaşanan tekrarların ve mücadele patinaj yapar duruma düşmenin gerçek sebepleri bu türden ayrıntılarda gizlidir.

Leninist parti öğretisi

Partinin nasıl bir devrim örgütlemeye aday olduğu, o partinin niteliği üzerinde doğrudan etki yapar. Tarihte yaşanmış örnekler, karşımıza çıkan her sorunu açıklamak için bir anahtar rolü görmeye yeterli değilse de genel yönelimler itibariyle, her örneğin çok şey anlattığı da söylenebilir. Zaman ve mekân ayrımı gözetmeksizin her ortam için geçerli bir örgüt modeli yok ise de her pratiğin bir başka pratiğe aktarılabilir yanları vardır. RSDİP tarihi bu bağlamda adeta bir hazinedir. Menşeviklerle Bolşeviklerin çatışmalı birlikteliği, dünya devrim tarihin örnek alınabilir koca bir birikim kaydetmiştir.

Parti tüzüğünün birinci maddesi üzerinde yaşanan ve bölünme ile sonuçlanan ilk ayrım noktalarında biri de parti üyelerinin niteliği sorunudur. Gevşek bir örgütlenme modeli yaratan Martov, Lenin’le karşı karşıya gelirken yaşanan farklılaşma gerçekte devrimin niteliği v proletarya diktatörlüğünün bir ihtiyaç olup olmadığı biçiminde, çok daha kapsamlı bir arka plana dayanıyordu.

Bir savaş örgütünün olması yanında, aynı zamanda örgütler toplamı biçiminde teşkilatlanan Leninist parti; legali yarı-legal, illegal tüm alanlara yayılan bir organlaşmanın bütünü olarak varlık gösterecek ve en geniş kitlelere ulaşma kapasitesine sahip olacaktı.

Böyle bir teşkilatlanma için; sağlam bir ideolojik-politik hat, çoklu alanlar arası uyumu sağlayan bir komiteleşme ve iç disiplin olmazsa olmaz önemdedir (1) Bir hiyerarşik şekillenmeye sahip Leninist örgütlenmede demokratik merkeziyetçilik ilkesi organlar arası bir akışkanlığın, kan alışverişinin ifadesidir. Yanlış kullanımları veya gereksiz tartışmaları bir kenara bırakacak olursak; sanıldığının aksine, politika üretiminde en alt birim dahil olmak üzere kolektif bir katılım söz konusudur. Doğaldır ki partinin, ticari bir işletmenin rekabet ortamına ve rant paylaşım endişelerine benzemeyen bir yanı olacak; yukarıda biriken ‘toplam’ aşağıya doğru bir uygulanırlık özelliğine sahip olacaktır. (2) Kimsenin kimseyi bağlamadığı, ast-üst ilişkisinin olmadığı modeller allanıp pullanarak demokrasi adına sahneye sürülürken; çoğu e kez, Leninist örgütlenmenin anlaşılmamış olduğunu gösteren atıflarda bulunur. Ayrıca söz konusu olan aracın devrim yapmak üzere yapılandırıldığı unutulursa ve yükleneceği işlevden bağımsız olarak soyut bir mekânda tasarlanırsa; örgütlenme belki daha demokratik bir görüntü verecektir; ancak ne işe yarayacağı konusunda kocaman bir belirsizlikle malul olacaktır.

Her örgüt, bulunduğu ortama uyum gösteren, hareketli ve üretken bir yapıya sahip olma durumundadır. O noktada kimi organların adı gibi biçimleri de şablonlara sığmaz bir işlerliğe sahip olacaktır. Devrimciler devraldıkları birikime, kavganın öğreticiliğine ve devamlılığı yeniden üretebilme yeteneklerine güvenmek durumundadır. Leninist parti teorisinin ilkelerine, laboratuvardaki bilim adamının deney sonuçlarına bağlılığındaki ısrar düzeyine sahip çıkabilmek; aynı zamanda uygulamada bir savaşçı esnekliği gösterebilmek Leninizmin ayırt edici özelliğidir.

Dışsal olguların içsel olanın yerine geçirildiği; ‘ebe’nin, ‘doğurtan’ değil, ‘doğuran’ olmaya aday gösterildiği durumlar araç ile amacın yer değiştirdiği durumlardır.

‘Omniu determinato est negatiao’ (Her sınırlama ya da belirleme, aynı zamanda yadsımadır) der Spinoza.

Yaptığımız her belirleme birtakım sınırlar çizer. Ve bu sınırlar, bir şeyleri yadsıyarak oluşur. Yadsıma eylemi bizleri sürekli ileri taşıyan bir istikamet çizmek zorundadır.

‘Derinlik’, ‘geniş ufukluluk’ gibi kavramlar, içinde bulunan duruş noktasına göre bir görelilik taşır. Aynı görelilik, yapılacak belirmeler için de geçerlidir. Yöntemimizdeki derinlik ‘değişmeyen büyüklükler matematiği’ndeki derinliği aşmak zorundadır. Bu derinlik, kendi iç kuralları ve bütünlüğü itibariyle bir tutarlılık taşısa da ’değişen büyüklükler matematiği’ni (yüksek matematik) açıklamaya yetmez. Bu aşama diyalektiğin devreye girdiği aşamadır. Aksi takdirde; varılan sonuçlar ‘ilkel matematik’ kurallarına göre yanlış sayılacaktır.

Kavganın çok yönlülüğü kavrayışta yüksek matematiğin derinliği ve kapsayıcılığını bir ihtiyaç haline getirmiştir. Çoklu bilinmeyenlerle bir arada yaşamayı öğrenmek, mücadelenin dayatan gerekleri arasındadır. İsteyenler, örgütlenmelerini dört işlemin arasında tutmaya devam edebilirler…

Parti ve sovyet, leninist örgütlenmenin birbirini bütünleyen birleşenleridir

Devrimciler; Sovyet, konsey, meclis vb. örgütlenmeleri örgütlü toplumun oluşumunda bir ihtiyaç olarak görür ve parti örgütlenmesinin bir alternatifi değil, bütünleyeni olarak kabul eder. Parti, kendini dar bir çekirdeğe hapsetmez. En geniş kitle çalışması içerisinde varlık göstermek, her alana özgü biçim almayı gerektirir. Alanın demokratik/legal bir alan olması orada parti unsurunun bulunmasına engel değildir. Gerçek kadrolaşma bu türden bir anlayışla anlamlanır. Parti, uzanabildiği en geniş alanlara kadar uzanmalıdır. Üyeler gibi, üye olmaya aday unsurlar da söz onuşu olacak ve ‘alışveriş’te adeta bir kılcal damar işlevi görecektir.

‘(…) İşçi Temsilcileri Sovyeti mi, yoksa parti mi? Sorunun bu biçimde konuluşu yanlıştır. Karar kesinlikle şöyle olmalıdır: Hem İşçi Temsilcileri Sovyeti, hem parti.’ Diyen Lenin, birbirinin bütünleyeni olan ve çeşitli ihtiyaçlar bağlamında gündeme gelen örgütsel şekillenmeleri birbirinin karşısına koymanın sakıncalarına vurgu yapar.

Partinin örgütler toplamı olduğu biçimindeki önerme, parti örgütünün kendisi ile bu örgütler (politik kitle örgütleri) arasında bir eşitlik kurma yanılsamasına sebep olmamalıdır. ‘Lenin, partinin yapısının ve kuruluşunun iki kısımdan meydana gelmesi gerektiğini ileri sürüyordu:  a) Önde gelen parti işçilerinden esas olarak  profesyonel ihtilalci, yani parti çalışması dışında hiçbir işle uğraşmayan ve gerekli teorik bilgiye, tecrübeye, örgütsel pratiğe ve çarlık polisi ile dövüşme ve ellerinden kurtulma ustalığına sahip olan parti işçilerinden meydana gelen sıkı bir düzenli kadro;  b) Yüzbinlerce emekçinin sevgi ve desteğini kazanan geniş bir mahalli parti örgütleri ağı ve çok sayıda parti üyesi’ (SBKPT, s:353 akt: Mahir Çayan)

Partinin en temel şeylerinden biri de iktidar hedefi olmasıdır. Tüm yönlendirmeleri bu hedefe kanalize eden parti, doğrudanlık ve kavramsallaştırmadan çok, iktidarı hedefleyen yolun tayini, mücadele araç ve yöntemlerinin seçimi, uygulamada koordinasyonu sağlayabilme ile söz konusu işlevi yerine getirir. Maddi bir gücün, ancak bir başka maddi güç ile yenilebilecek olması gerçekliği partiyi devrimin olmazsa olmaz aracı haline getirir. Elbette ki devrimi yapan partinin kendisi değildir. Elverişli bir maddi zeminde eylemi ile devreye giren kitleler ve çeşitli biçimlerde işlev yükleniş örgütlenmeler, sonucu tayin edecektir. Ancak partinin buradaki rolü öylesine önemlidir ki; en uygun koşullarda beslenmiş bir devrimci durumun olması halinde bile partisizlik (veya o işlevde bir öncü örgütlenmenin yokluğu) sürecin devrimle sonuçlanmasına engeldir. Buradaki diyalektik ilişkiyi doğru kurmak, bir zorunluluktur. Öncülük görevi, kendini devrim yapacak tek güç olarak görmeye sebep olmamalıdır. Bu aynı zamanda Leninist Parti anlayışının ayırt edici özelliklerindendir. ‘Öncü, öncülük görevini ancak önderlik ettiği halktan kopmayı önleyebildiği ve tüm kitleyi gerçekten ilerletebildiği zaman yerine getirebilir.’ (Lenin)

‘Devrimciler, ileri doğru bir hızla koşmalıdırlar. Somut duruma uygun ve yığınların anlayabileceği sloganları ortaya atmalı, daima yığın hareketinin başında yürümeli ve hareketin olgunlaşan yeni ödevler çözmesine yardım etmelidir.’ (Dimitrov)

Devrim süreçlerinin zor ve karmaşık özelliği partiye zaten çok önemli işlevler yükler. Siyasal iktidar mücadelesi anlık bir muharebe işi değildir. İleri atılımlarla, geri çekilmelerle dolu zorlu bir sürecin örgütlenesi; buna uygun yeteneklerle donanmış bir savaş örgütünü gerektirir.

Devrim sonrasında ise parti, yeni duruma uygun işlevler yüklenir. Kurucu süreçler, taşıdığı ikili yan itibariyle zorlu süreçlerdir. Karşıtların birliği yasası en çarpıcı biçimde varlık gösterir. Eskiyi temsil eden maddi olgulardan zihniyete dek tüm taşların yıkıldığı ve alternatif bir yaşamın adım adım inşa edildiği bir süreçtir. Sömürücü egemenliğin, bir başka egemenlik altında tasfiye edilmesi; özel mülkiyetin yerini paylaşımcılığa bırakması, bireyin özgürleşmesinin önündeki engellerin kaldırılması; insanın kendisiyle ve doğayla barışık bir sürece hazırlanması kurucu önderliğe tarihi sorumluluklar yükler. Burada parti, yapıcı ve yol gösterici rol oynarken aynı zamanda inşa oranında giderek gereksizleşme/sönme sürecine girer.

Leninist parti öğretisi; alanlara göre farklılık gösteren mücadele ve örgüt biçimlerini dışlayan değil, kapsayan bir niteliğe sahiptir

Tekel öncesi dönemde 2. Enternasyonal partilerinde rastlanılan parlamentarist eğilin legal mücadele şekillerini öne çıkaran ve rollerini abartan bir çalışma tarzının bugün –özellikle son yıllarda- kazandığı yaygınlık sebebiyle, Leninist Parti teorisinin bazı özelliklerini –yukarıdakilere ek olarak- vurgulamayı gerekli gördük.

Emperyalist dönem Marksizmi olarak da ifade edebileceğimiz Leninizm, Proletarya devriminin objektif şartlarının varlığını saptamıştır. Bu anlamda Leninizm yoğunlukla, devrimin sübjektif şartlarının hazırlanması perspektifidir. Özellikle ‘Ne Yapmalı’ ile örgütlenme sorununa açıklık getiren Lenin, yaşadığı iki devrim deneyini Marksist teorinin öngörüleri ile birleştirmiş ve dünya proletaryasını zafere ulaştıracak örgütlenme arzını çerçevesel düzeyde biçimlendirmiştir.

Lenin, iç savaşın başladığı koşullarda silahların eleştirisini; eleştiri silahının gerekli ve zorunlu ardılı olarak görür.

Kapitalizmin iç dinamiği ile geliştiği burjuva demokratik devrimi gerçekleştirilmiş emperyalist-kapitalist ülkelerde güçlü bir işçi sınıfı söz konusudur. Burjuvazi, böyle ülkelerde sus payı vererek sınıf içerisinde aristokrat bir tabaka yaratır ve tepkileri düzen çerçevesi içinde tutmayı amaçlar.

Uzun süreli evrimci bir çalışma ile devrime hazırlanmanın mümkün olduğu bu tür ülkelerde evrimci çalışma ile devrimci çalışma yöntemlerini birbirine karıştırmamak gerekiyor.

Lenin, ayaklanma için ‘toplumsal-psikolojik koşullar’ın hazırlandığı; nesnel durumun ‘propaganda ve ajitasyon, ajitasyon ve propaganda’yı gerektirdiği evrimci bir çalışma tarzı yerine silahlı yöntemleri ikame etmenin yanlışlığına işaret eder.

Aynı biçimde ‘sorun, hükümetin silahlı kuvvetlerinin geri püskürtülmesiyken hareket, silahlı bir savaşın ‘zorunluluğuna yol açmış’ken sözlü ikna tek başına, yavan burjuva eylemsizliği ve korkaklığı haline gelmişken, kararlar, bildiriler, tasarılar kaleme almakla ve ‘toplumsal-psikolojik koşulları’ hatırlamakla meşgul olmak da yanlıştır.

‘(…) tek doğru örgüt türünün yasal ve yarı-yasal işçi kuruluşları ağı ile çerçevelenmiş parti çekirdeklerinin toplamı olan yasadışı bir parti örgütü olduğunu…’ (Tasfiyecilik Üzerine, s:297) savunan Lenin, öngördüğü parti modelindeki yasallık-yasadışılık ikilemine girmeden araçları ihtiyaç ve öncelikler sıralaması içinde birbiriyle ilişkilendirmiştir.

Devrimci mücadelenin örgütlenmesi, muhalefet kesimlerinin devrimci bir doğrultuya kanalize edilerek iktidara yöneltilmesi sürecinde katalizör maya işlevi görecek olan öncü savaşçı bir partinin tercihen değil mecburen illegal bir zeminde oluşması çeşitli nedenlerle ‘komploculuk’ çağrışımı yapabilir.

‘Otokratik bir ülkede böyle güçlü bir devrimci örgüt biçim olarak aynı zamanda ‘komplocu’ bir örgüt olarak da nitelendirilebilir.  Çünkü, Fransızca ‘konsparation’ sözcüğü Rusça ‘zagovar’ (komplo) sözcüğünün karşılığıdır. Ve böyle bir örgüt tam bir gizlilik içinde çalışmak zorundadır. Gizlilik bu türden bir örgütün öylesine zorunlu bir koşuludur ki, bütün öteki koşullar (üyelerin sayısı ve seçimi, işlevler vb.) bu birinci koşula uyum içinde olmalıdır. Onun için biz sosyal-demokratların komplocu bir örgüt kırmayı istediğimiz yolundaki suçlamalardan korkması gerçekten de büyük bir safdillik olur. Her ekonomizm düşmanı için, böyle bir suçlama, Narodyana Volva çizgisini izlemek suçlaması kadar övünç verici olmalıdır.’ (Ne Yapmalı, Lenin, s:145-146)

Sendikal örgütlenme ile parti örgütlenmesi birbirinin yerine geçirilmemesi gereken farklı zeminlerdir. Bir parti gibi işletilmeye çalışılan sendika veya sendikasızlaştırılan parti; doğal işlevlerini yerine getiremeyeceği gibi başarı şansını da yok eder.

Başlangıçta parti ile sınıf arasındaki bağ ideolojiktir ve işçi sınıfına bilinç dışarıdan taşınır. Oluşum sürecinde sınıfsal köken ayrımı yapmaksızın şekillenen devrimciler örgütünün sınıfla bağlarının güçlü olması ve proletaryanın öncülüğünü gözetmesi şarttır. Ancak bundan anlaşılması gereken sınıfın fiili rolü veya varlığı değildir. Her şeyi sınıfa havale eden ve sınıfın rolünü abartan anlayış ‘sınıfsallık sendromu’ olarak dışa vurur. Örneğin ‘sınıfa gitme’, ‘sınıfla dayanışma yönündeki çabalar’ ‘kendini sınıfın yerine koyma’ gibi anlamsız bir ikilem içine sokulabilir. İşin tehlikeli tarafı, devrimcilerin sınıf ile bağlarını güçlendirmeye hizmet eden bu tür çabalar ‘dışarıdan itekleme’ , ‘kendilerine vazife olmayan bir çaba’ biçiminde algılanıyorsa sınıfı sosyalistlere yakınlaştıran değil, uzaklaştıran bir işlev taşıyacaktır.

‘Size sorabilir miyim: Öğrencilerimiz, işçilerimizi neyin içine iteklemişlerdir? Olsa olsa kendisinin sahip bulunduğu bölük pörçük siyasal bilgiyi, edinebilmiş olduğu sosyalist fikir kırıntılarını işçiye götürmüştür. (…) biz profesyonel devrimciler bu tür iteklemeyi şimdiye kadar olduğundan yüz kez fazla iş edinmeliyiz ve edineceğiz. Ama ‘dışarıdan itekleme’ gibi iğrenç bir deyim seçmeniz olgusu –öyle bir deyim ki, işçilere dışarıdan siyasal bilgi ve devrimci deneyim getiren herkese karşı güvensizlik duygusu yaratmamazlık edemez ve bunların hepsine karşı işçilerde içgüdüsel bir direnme isteği doğurmamazlık edemez, demagog olduğumuzu kanıtlar ce demagoglar işçi sınıfının en kötü düşmanlarıdır.’ (Ne Yapmalı, Lenin, s:132-133)

Evet, tekrar ‘kökten ayrımı’ konusuna dönersek: ‘Bir düzine akıl akıllıyı açığa çıkarmanın yüz ahmağı açığa çıkarmaktan daha zor’ olduğunu söyleyen Lenin, şöyle devam ediyor: ‘Akıllılar sözü ile kastettiğim, profesyonel devrimcilerdir, kökenleri öğrenci olmuş ya da işçi olmuş önemli değil’ (a.g.e., s:134) ilk etapta olmasa bile ikinci etapta, parti içerisinde hangi sınıfın ağır basacağı, içine çalışılan alana ve teme alınan güce bağlı olacaktır. İşçi sınıfının temel güç, şehirlerin de temel savaş alanı olarak kabul edildiği metropol ülkelerde çalışmaların sınıf içerisinde yapılması ve sınıfın temel nitel ve nicel olarak güçlü olması partide doğal olarak ağırlık kazanmasına sebep olacaktır. Aynı şekilde, halk savaşı verilen ülkelerde, örneğin kırlık kesimlerde geniş köylü kitlelerinin kucaklanması durumunda parti içerisinde köylü kökenli unsurların nicelik olarak ağır basması mümkündür.

Emperyalizme ve Faşizme Karşı Devrimci Hareket

Sayı 5 | Eylül-Ekim 1997

  • Ana Sayfa
  • Dergi Arşivi
  • İletişim
devrimcih@yahoo.com

© 2019 Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Hareket Dergisi

No Result
View All Result
  • Gündem
  • Makaleler
    • Emperyalizm ve Dünya
    • Emek Hareketi
    • Ulusal Sorun
    • Bilim & Felsefe
    • Tarım Sorunu
    • Kadın Mücadelesi
    • Kültür & Sanat
    • Çevre Sorunu
    • Sağlık
    • Eğitim
  • Temel Tezler
  • Doğru Yerden Öğrenelim
  • Devrimci Kişilik
  • Hareket’e katıl!

© 2019 Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Hareket Dergisi