• Ana Sayfa
  • Ana Sayfa
  • Dergi Arşivi
  • Hareket’e katıl!
  • Hareket’e sor!
  • Haziran
  • İletişim
Cumartesi, Mayıs 17, 2025
  • Gündem
  • Makaleler
    • Emperyalizm ve Dünya
    • Emek Hareketi
    • Ulusal Sorun
    • Bilim & Felsefe
    • Tarım Sorunu
    • Kadın Mücadelesi
    • Kültür & Sanat
    • Çevre Sorunu
    • Sağlık
    • Eğitim
  • Temel Tezler
  • Doğru Yerden Öğrenelim
  • Devrimci Kişilik
  • Hareket’e katıl!
No Result
View All Result
Devrimci Hareket
No Result
View All Result

Örgütlenme anlayışı üzerine (II)

Facebbok'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

RSDİP’ten öğrenelim

Rusya’da 1880’lere kadar devrimci harekete damgasını vuran; Norodya Volya (Halkın iradesi) dergisini çıkaran Sosyalist Devrimciler’di. Köylülüğü geleceğin toplumsal gücü olarak gören ve bireysel teröre başvurarak çarlığı adım adım yıkacağını savunan Sosyalist Devrimciler’in içinden ilk komünist grup çıkmıştır. Cenevre’de Plehanov tarafından 1883 yılında kurulan bu ilk Marksist grubun adı “Emeğin Kurtuluşu” olmuştur; bu grup Narodniklerin etkisini taşımıştır. Daha sonra Rusya’da yüzlerce Marksist grup, çevre, dernek vs. oluşmuş ancak uzun süre sonrasında bile güçlü merkezi bir örgütlülük yaratılamamıştır.

1895’te Lenin’in önderliğinde Petersburg’da 20 komünist grup bir araya gelmiş, İşçi Sınıfının Mücadele Birliği çatısında birleşmiştir. (İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Petersburg Mücadele Birliği) Lenin, Emeğin Kurtuluşu grubunun da eksiklerini gidermeye çalışmış ve komünist örgütler 1898’de bir araya gelerek RSDİP’in 1. Kongresi’ni toplayarak partinin kuruluşunu ilan etmiştir. Tabii birinci kuruluş kongresinde pek çok hata ve eksiklik varlığını korumuş ve polisin saldırısı ile RSDİP dağıtılmış, yeniden mahalli örgütlülüklere dönülmüştür. Bu durum 1903’te toplanan 2.Kongre’ye kadar sürmüştür.

1.Kongre’de çeşitli grup ve derneklerin birliği ve kaynaşması sağlanamadığı gibi; proletaryanın egemenliğinden söz edilmiyor, bağlaşıkları üzerinde durulmuyordu. Parti programı, tüzüğü vs. yoktu. Partinin merkez komitesinin polis tarafından tutuklanması ile dağılma baş göstermiş ve bir ideolojik kargaşaya sebep olmuştur. Ancak bütün bunlara rağmen ne emeğin kurtuluşu grubu ne de 1.Kongre’de yayınlanan manifestonun hatalarına dayanarak sürecin kendisi küçük burjuva olarak görülmemiştir.

Süreci, bir ceninin gelişmesi olarak değerlendiren Lenin; gelinen noktada ulaşılan bilinçle geçmişi yargılama gibi bir kolaycılığa düşmemiştir. Aynı zamanda komünist hareketin doğar doğmaz sınıfla bütünleşebileceği biçimindeki yanlış öngörü, Rusya’da da tutmamış, 1903’e kadar Rusya’da bu konuda ciddi bir adım bile atılamamıştır. Emeğin Kurtuluşu grubunu büyük ölçüde aydınlar oluşturuyordu.

Sınıfın, kendinde sınıf olmaktan kendisi için sınıf olma konumuna yükselmesi devrimci bir organizasyon ile mümkündür. Bir partinin niteliğini belirleyen şey üye bileşiminin sınıfsal köken itibariyle durumu değil; sınıfı hangi ideoloji ve politikalar doğrultusunda örgütlemeye çalıştığıdır. Diğer bir ifadeyle o partinin ne için dövüştüğü ve neyi hedeflediğidir.

Rusya’da 1903’te 2. Kongre ile yeniden kurulan RSDİP’in 60’ı aşkın delegesinin ancak 3-4 tanesi işçiydi. 1905’teki 3. Kongre’de ise hiçbir isçi delegesi yoktu. 1906 da üyelik koşulları gevşetilerek birlik kongresi olan 4.Kongre’de işçi delege sayısı arttırılıyor. Fakat bunun gereksiz ve sağlıksız bir şişmeye sebep olduğu anlaşılarak düzeltme yoluna gidiliyor. Zaten 1903’te 2.Kongre’de örgütlenme sorununda tüzüğün ilk maddesinde üyeliğin gerekleri konusunda Lenin ile Martov arasında görüş farklılığı çıkmıştı. Martov, ileri sürdüğü gerekçelerle RSDİP’i gevşek bir partiye dönüştürmeyi hedeflerken, Lenin disiplinli ve sağlam bir parti amaçlıyordu. Ancak kongre Martov’u destekledi ve Lenin azınlıkta kaldı.

Leninist parti açısından tüm bu gelişmeler bir ilk olma özelliği taşıyordu ve sürece yayılarak aşılabilecekti. Bugün için, bu denli deney ve tecrübeden sonra Martov’un önerilerine benzer, gevşek üyeliğe dayalı örgütlenmeler kabul edilemez. Nitekim 1905’te 3.Kongre’de bu yanlış düzeltilmiş ve örgütlenmenin Leninist normları delegeler tarafından benimsenmiştir.

1905’in arifesinde net olmayan görüşler tartışmalara sebep oluyordu. Demokratik devrim, diktatörlük, sınıfın hegemonyası gibi konular tartışılırken Lenin de Marks’ın serbest rekabet dönemine ait kıtasal devrim (zamandaş devrim) saptamasına dayanarak çözüm üretmeye çalışıyordu.

Yenilgi dönemi ve ardından gelen gericilik yılları bir hayli öğretici oldu. Тoprak programı konusundaki eksiklik, Narodnikler’in programının alınıp geliştirilmesi ile aşıldı.

1871 Komün deneyinden sonra 1905 Aralık Ayaklanması’nda ortaya çıkan Sovyet örgütlenmesinin, demokratik diktatörlükten sosyalist diktatörlüğe geçişte en uygun yol olarak bilince çıkarılarak benimsenmesi ancak 1917 Şubat’ında olabilmiştir. 1917 Şubat devrimi pratiği, Lenin’in dikkatini 1905’te ortaya çıkan “Sovyetlere” yeniden yöneltmekle kalmamış, parti programında 12 yıl sonra da olsa değişiklikler yaptırmıştır.

Yine RSDİP’in proletarya diktatörlüğü koşullarında orta köylülüğe dair yaklaşım konusunda taşıdığı sekterlik, pratik gerçeklikler karşısında düzeltilerek aşılmıştır. Aynı şekilde Lenin 1918’e kadar proletarya diktatörlüğü koşullarında düzenli ordu örgütlenmesine karşıydı. 1916’da yazdığı Devlet ve İhtilal’de Sovyet örgütlenmesini tanımlarken Marks ve Engels’in kıtasal devrim çözümlemelerinden etkilenmiş ve bu durum 1918 iç savaşına kadar sürmüştür. 1918’de parti kararıyla milis örgütlenmesinin yanı sıra düzenli bir Kızılordu örgütlenmesine gidildi.

RSDİP (Bolşevik) ancak 1912’den sonra gerçek anlamda Bolşevik parti haline geldi. Elbette ki RSDİP dışında, çeşitli ülke devrimlerinden ve örgütlenme pratiklerinden aktarma yapmak, örnek almak mümkün ve gereklidir. Yeter ki şablonculuğa düşülmesin. Salt bir yanını öne çıkararak veya abartarak ele aldığımızda; geçmişte yaşanmış hiçbir örneği bugüne doğru taşıma şansımız olmaz. Devrimcilerin belki de sahip olması gereken en önemli yeteneklerden biri de olguları, gündeme geldikleri tarihsel kesitin özellikleri bağlamında değerlendirebilmektir. O noktada, her pratiğin bugüne iz düşürülebilir yanının olduğu; ama hiçbir pratiği aynen tekrar etmenin de mümkün olmadığı görülecektir.

Politik partilerde adlandırma sorunu

Bu sorun dönem dönem sıkıntılar yaratmış ve tartışmalara sebep olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde nihai politik ereği komünizm olan partilerin “sosyal demokrat” adı altında faaliyet yürüttüğü bilinmektedir. İçinde bulunulan duruma göre farklı politik çevreler tarafından kullanılması sonucu özel bir anlam yüklenen ve bu yüzden tercih edilmeyen adlandırmalar da söz konusu olmuştur. Örneğin Engels, yazılarında “sosyal demokrat” ifadesini kullanırken Fransa’da Proudhon’cuların, Almanya’da Lassale’cıların kendilerine sosyal demokrat demeleri sonucu “komünist” kelimesini tercih etmiştir.

Ayrıca, başlangıçta aldığı ismi işlevsel gelişimi sonucu aşan, ama aynı ad etrafında faaliyet sürdüren partiler olmuştur. “Hakiki politik partilerin adları hiçbir zaman kendilerine tam olarak uymaz: parti gelişir, adı olduğu gibi kalır.” (Devlet ve İhtilal, Lenin, s:104).

Engels, hakiki proleter bir partinin adının bilimsel olarak doğru olmasının, bu gerçek; akıldan çıkmadıktan ve partiyi doğru yönde gelişmekten alıkoymadıktan sonra problem teşkil etmeyeceğini söyler.

Bolşevik partinin de isminin 1903 Brüksel-Londra Kongresi’nde çoğunluk olmak gibi tesadüfi bir olguya dayandığı bilinmektedir.

“Parti diktatörlüğü ve bürokratikleşme; Leninist örgütlenmenin doğrudan bir sonucu mudur?”

Leninist örgütlenmenin, kendi özellikleri nedeni ile zorunlu olarak parti diktatörlüğüne ve bürokratikleşmeye varacağı eleştirisi sık karşılaşılan bir eleştiridir. Ancak bu eleştiri, daha başlangıçta Leninist örgütlenmenin yanlış bir kavranmışlığını baz alarak tüm eleştiriyi bu temel üzerine kuruyor. Kurgu ne kadar kendi içinde tutarlı görünüyorsa da temeldeki yanlış kavranış tüm eleştirileri geçersiz kılıyor.

Yazımızın önceki bölümlerinde de belirttiğimiz gibi, Leninist örgütlenme, hemen hemen eşit derecede önem taşıyan iki bileşene sahiptir: Parti örgütlenmesi ve Sovyetler tarzı örgütlenme.

Bunlardan biri; genellikle gizli, merkeziyetçi, yukarıdan aşağıya doğru şekillenen, oldukça katı bir disiplin ve hiyerarşiye sahip -bilinen ve sık eleştirilen parti örgütlenmesi. Diğeri ise; geniş kitleler içinde aşağıdan yukarıya doğru yapılanan tümüyle demokratik işlerliğe sahip, genellikle “Sovyetler” tarzında örgütlen- meler… (Bu tür örgütlenmelerin Rusya’daki biçimlenişi “Sovyetler” tarzında olmakla birlikte değişik ülkelerde farklı biçimler alabilir. Bizde “Direniş Komiteleri” olgusu biraz geliştirildiğinde Sovyetler tarzı örgütlenmenin diğer bir biçimine örnek olarak verilebilir.)

Bu iki örgütlenme tarzı, birbirinin karşısına getirilemez, biri yerine diğer ikame edileme Devrimciler açısından her iki örgütlenme hemen hemen eşit öneme sahip olmakla birlikte, devrim sonrasındaki pek çok sorunun kolay aşılabilmesinde Sovyetler tarzındaki örgütlenmeni önemi daha büyüktür.

Özellikle uzun süreli halk savaşı stratejisinde parça parça ele geçirilecek iktidarın, alternatifini üretecek ve yaratacak olanlar Sovyetler tarzındaki örgütlenmelerdir. Merkezi iktidarın ele geçirilmesinden sonra, parti büyük oranda legalleşip, demokratik işleyiş ağırlık kazanmaya başladığında partinin rolü ve etkinliği azalırken, Sovyetlerin etkinliği giderek artar (devletin sönmesi sürecinde parti de sönecektir).

Her iki bileşeni ile birlikte kavranılan Leninist örgütlenme, parti diktatörlüğü ve bürokratikleşmenin nedeni olamaz. Ancak Leninist örgütlenme sadece parti örgütlenmesine indirgendiğinde kolaylıkla yaşanan tüm olumsuzlukların nedeni olarak gösterilebilir*.

Sorunun diğer bir yanı ise, bu yanlış kavrayışın sonuçlarıdır. Parti örgütlenmesi, iktidarın ele geçirilmesi sürecinde proletaryanın en önemli araçlarından biridir. Yanlış kavranış gerekçe yapılarak Leninist parti örgütlenmesinden vazgeçmek tümüyle iktidarı ele geçirme hedefinden vazgeçmek anlamına gelir. Bu nedenle eleştiriler ne kadar masum görünüşler altında yapılırsa yapılsın, ciddiye alınması gereken yanlış kavrayışların ürünüdür.

Leninist örgütlenme modelinde önemli sorunlardan biri de “parti” ve Sovyetler arasındaki ilişkidir. Parti hemen hemen homojen bir nitelik gösterdiği halde Sovyetlerde halk saflarındaki bütün eğilimler yer alabilir. Bu nedenle Sovyetlerde demokratik işleyiş temel alınmalıdır. Aynı şekilde Sovyetlerin partiye karşı örgütsel bağımsızlığı korunmalıdır. Sovyetlerdeki parti yandaşlarının parti ile ilişkileri demokratik işleyişe engel olmamalıdır. Bu örgütlenmelerde her koşulda sağlanabilen demokratik işlerlik, devrim sonrasında toplumun gerçekten demokratik olabileceğinin göstergesidir.

Bu noktada Devrimci Yol pratiğinden çıkarılması gereken çok önemli bir sonuçtan bahsedilebilir. “Devrimci Yol”un ideolojik-politik biçimlenişi 1978’lerde büyük oranda tamamlanmıştır” değerlendirmesini yaparken en önemli vurgu Direniş Komitelerine yapılmaktadır. Direniş Komiteleri tartışmaları sonrasında ortaya çıkan sonuçlar, bir yönü aksayan THKP/C çizgisini tamamlamış, kendi içinde bütünlüklü bir nitelik kazandırmıştır.

Leninist örgütlenmenin kavranılışındaki temel yanılgı Devrimci Yol pratiğine bakışta da zaman zaman ortaya çıkmıştır. Özellikle DS çevrelerinden gelen “Direniş Komiteleri, öncü savaşı ve PASS’ın reddi anlamına gelir” değerlendirmesi ya da günümüzde hala birçok kişinin savunduğu “Devrimci Yol’dan alınacak sadece Direniş Komiteleridir” düşüncesi bu yanlış kavrayışların karşıt iki uçtaki örnekleridir.

Ülkemizin koşulları nasıl bir örgütlenmeyi gerektiriyor?

Yazımızın buraya kadar ki bölümünde, Leninist tarzda örgütlenmenin neden keyfiyete dayalı bir tercih değil, bir zorunluluk olduğunu açıklamaya çalıştık.

Marksist teoride örgüt; belirli somut bir amaca ulaşmada kullanılacak bir araçtır. Bu araç, söz konusu amaç tarafından biçimlenirken, amaca ulaşıldığı oranda giderek işlevsizleşir veya değişen hedeflere göre yeniden biçimlenir.

Örgütlenme süreçlerinde en çok göze çarpan hatalardan biri, kendini her koşulda “önce örgüt” biçiminde dışa vuran ve örgütü amaç olarak gören eğilimdir. Bir diğer eğilim de örgüt sorununu sadece içinde yaşanılan dönemin gerekleri doğrultusunda ele alır. Gerçekte ise örgütlenme sorunu stratejik hedeflere göre biçimlenen, bugünün görevlerini stratejik hedefler doğrultusunda ele alan, güncel görevleri de gözeten bir anlayışla ele alınmalıdır.

Ülkemiz özgülünde örgütlenme sorunu çok daha karmaşık bir niteliğe sahiptir. Ülkenin demokratik devrim aşamasında olması, demokratik devrimin çözmek zorunda olduğu sorunların çok ve çeşitli olması; emperyalizm ile girilen ilişkilerin ulaştığı boyut, karşıdevrim güçlerinin örgütlenme düzeyi ve savaş deneyimi gibi etmenler örgüt sorununu karmaşıklaştırıyor. Bu noktada “Nasıl bir örgüt?” sorusunu cevaplarken, basite kaçmayan ve geçmişe uzanarak tarihten öğrenen bir tarz tutturmak durumundayız. Ayrıca altı çizilmesi gereken bir diğer olgu da ülkemiz mücadele tarihinin; yapılmış saptamaların ve yaşanmış pratiklerin çokça sınanma koşulunun söz konusu olamadığı dönemler içerdiğidir. Bu gerçeklik gerek “THKP/C”nin gerekse “Devrimci Yol” sürecinin kimi yanları için geçerlidir. Hatta THКР/С için; yapmak istediklerinin, amaçladıklarının pek çoğunu gerçekleştirme zaman ve koşulu olamamıştır, diyebiliriz. Böyle olması ve kimi teorik saptamaların formülasyon düzeyinde kalması; bakanların, neyi görmek istiyorsa onu gördüğü bir durum yaratıyor. Üzerinde çokça tartışılmamış ama pratik yaşam içerisinde sinde asıl biçimine kavuşacağı düşünülen kimi tasarılar “Devrimci Yol” sürecinde de olmuştur. Mesela Direniş Komitelerinin, uygulama alanlarından toplanan bilgilerle tekrar elden geçirilmesi ve daha nitelikli bir biçime kavuşturulması zaman almıştır. Bugün için de tarihimizden ders alırken veya yeni saptamalar yaparken bazı tasarılarımızı pratiğin tartışan ve tartıştıran diyalektiğine bırakmak durumundayız. Bu, kendiliğindenlik olarak algılanmamalıdır. Pratik yaşamla bu türden sıcak bir ilişki kurmayan program/ teori süreçlerinin eksik kaldığı/kalacağı bilinmelidir.

Türkiyeli devrimciler, 70’li yılların ortalarında, problemleri yoğunlaşmış bir ülkenin devrimcileri olarak, tarihinin belki de en ağır sorumluluğu ile yüz yüze kalmıştır. Bir taraftan teorik bir keşmekeş yaşanırken, diğer taraftan örgütsüz/dağınık olmanın sıkıntıları aşılmaya çalışılıyordu. Subjektif koşullar, böylesine elverişsizken; objektif koşullar ekonomik, siyasi, sosyal bir çöküntünün tarifini yapıyordu.

Bilinçli bir şekilde beslenen ve örgütlü olarak halkın üzerine saldırtılan sivil faşistlere karşı toplumda gelişen direnme eğilimi belirli bir noktaya gelmiş, devrimcilerin müdahalesi kaçınılmaz olmuştu. Böylesi durumlarda güncel siyasal zorunluluklar, soyut tartışmaları lüks kılar ve bu lüksü devrimcilerin elinden alır.

İşte Devrimci Yol’un tarihi; içinde bulunulan koşulları doğru yorumlama, sürecin içerdiği diyalektik içgörüyü kavrama ve buna uygun yöntem geliştirme tarihidir. Devrimci Yol, var olan ideolojik keşmekeşin ve örgütsüzlüğün aşılması görevinin önemine vurgu yapmış ve Temel Siyasi Görevin devrimci bir partiyi yaratmak olduğu fikrini öne çıkarmıştır. Çalışmaların eksenine partileşme amacının konması, güncel görevlerin aksamasına sebep olmamış, aksine tüm çabaların Temel Siyasi Göreve hizmet etmesi gerektiği bilinci daha sorumlu bir insan tipi yaratmıştır.

Bugün için teorik saptamalarda bulunurken izlenmesi gereken yöntem; eldeki teorik/pratik mirası dondurmak değil; her döneme cevap verebilecek üretken bir zeminin üzerine oturtmaktır.

Ülkemizde iktidarın ele geçirilmesi sürecinin oldukça uzun bir zaman dilimine yayılacak olması, bu uzun sürede ideoloji-politik çizgisini koruyabilecek yapılanışta bir örgütlenme gerektirir. Politika üreten mekanizmaların güvencesini ve sürekliliğini gözetmek durumunda olan örgütsel yapı, daha mücadelenin ilk evrelerinden itibaren, karşıdevrim güçlerinin zora dayalı saldırılarını etkisizleştirebilecek savaşçı bir örgütlenme olmak zorundadır.

Demokratik halk devrimi içerisinde yer alacak olan tüm devrimci sınıf ve tabakalarla ittifak oluşturma ve ezilen tüm kesimlerin (ulus, sınıf, cins, mezhep vb.) demokratik hareketini ortaklaştırma ve aynı mecrada akmasını sağlama, öncü savaşçı partinin en önde gelen görevlerindendir. Öncülük misyonunu yüklenen parti, kendi öz örgütlenmesini en verimli biçimde harekete geçirirken, dolaysız yedeklerin hareketle bütünleşmesini sağlar ve dolaylı yedeklerden gerektiği biçimde yararlanır.

Böyle bir parti; dar, savaşçı örgütlenmeler yanında, geniş kitlelerin mücadelesini örgütleyebilecek yaygın ilişkilere/ örgütlenmelere sahip olmalıdır. (Bu örgütlenmeler, demokratik kitle örgütleri ve direniş komitelerinden farklı, büyük oranda onların içinde olan fakat onlarla özdeşleştirilmemesi gereken, tümüyle siyasal örgütlenmelerdir. Bunlar, askeri örgütlenmelerdeki kadar olmamakla birlikte gizli ve merkeziyetçi yanı belirleyici olan örgütsel yapılardır.)

Devrimci Yol’un geçmiş pratiğinde rastlanan önemli deneylerden biri de Devrimci Savaş Birlikleri’dir (DSB). Uzun süre uygulama ve daha da geliştirme fırsatı bulunamamış olmasına rağmen öğreticiliği itibariyle özel bir anlam taşımaktadır. Merkezi politikanın gerekleri paralelinde propaganda niteliğindeki silahlı eylemleri ve tayin edici vuruşları gerçekleştirecek olan bu askeri yapılar (geçmişten farklı olarak) mücadelenin daha erken dönemlerinden itibaren oluşturulmalı ve politik mücadelenin diğer biçimlerini sürdüren yapılardan mutlaka ayrılmalıdır. “Politik ve askeri liderliğin birliği” mücadelenin ilk evrelerinde düşünülebilir. Mücadelenin ileri evrelerinde ise; askeri örgütlenme, politik yapıya bağımlı olmalı ancak ilişki en üst düzeyde sağlanmalıdır.

Örgütlenme konusunda en önemli sorun, -önceki bölümde de belirttiğimiz gibi- Leninist örgütlenme anlayışının bir bütün olarak kavranmasıdır. Örgütlenmenin iki bileşeninin de önemi kavranarak hayata geçirilmeye çalışılmalıdır. Bu bileşenlerden birini (Sovyetleri) karşılamaya aday bir model olarak sunulan Direniş Komiteleri; geliştirilmeye ihtiyaç gösteren yanlar taşısa da -henüz- daha uygunu/alternatifi bulunamamış durumdadır. Sovyetler tarzı örgütlenme anlayışının hayata geçirilebileceği alanlardan biri de demokratik kitle örgütleridir (DKÖ). DKÖ’lerin bir parti organı gibi işletilmesinin sakıncaları bilinse de dönem dönem buna başvurulduğu bilinmektedir. Bu alanlarda demokratik işleyiş mutlaka sağlanmalıdır.

Legal yöntemler gibi, illegal olanlar da belirli bir zenginliğe sahiptir. İllegalitenin bir kısırlaşma sebebi olacağı biçimindeki ön kabul bir evhamdan ibarettir. “Kafayı kuma sokmak, kenara düşmek, kitle dışı zeminlerde barınmak vb.” olarak algılanmıyorsa eğer; illegal faaliyetin kendi manevra kabiliyetini kendi içinde taşıyan kıvrak bir çeşitliliğe sahip olduğu görülecektir.

Sınıflar mücadelesi tarafından belirlenen devlet biçimlerinin açık faaliyete verdiği imkan dahilinde, koşulları gözeterek bundan yararlanmaya çalışan devrimci güçler, bağımsız siyasal örgütlenmenin ana eksenlerini “açığa vurma” gafletine düşmezler. Ülkemizde bir demokrasi kurumu olarak değil, faşizmin iğrenç yüzünü gölgelemeye yarayan bir örtü olarak işlev gören parlamentodan yararlanmanın mümkün ve gerekli olduğu koşullarda dahi bunun yolu, temel örgütlenmeyi bu zemine kaydırmak değildir. Parlamento denen “ahır”dan yararlanılacaksa bu, Leninist parti örgütlenmesine bağlı, onun tarafından tayin edilen bir çalışma olmalı ve teşhirden öte anlamlar yüklenmemelidir. “Burjuvazi için özgürlük olan yerde, proletarya ve çalışan halk için demokrasi diye bir şey yoktur. Bazı kapitalist ülkelerde, burjuvazinin temel çıkarlarını tehlikeye sokmamak koşuluyla, Komünist partilerin kurulmasına yasal olarak izin verilmiştir. Bu sınırı aşınca hukuken var olamazlar.” (Mao Zedong, Teori ve Pratik, s:80).

Sürekli faşizm koşullarında yaşanan emperyalizmin gizli işgali altındaki toplumlarda emperyalizme ve faşizme karşı olanlar -ve savaşanlar- sadece komünistler değildir. Çok farklı sınıf ve katmanlardan gelen, uzun vadeli tercihleri, eğilimleri farklı olan insanlar aynı ortak düşmana karşı mücadele edebilirler. Bu kesimlerin oluşturdukları mücadele örgütleri, sadece sürdürülen mücadelenin gerekleri doğrultusunda ele alınır. Siyasal düşünce ve eğilimler açısından, çok temel konulardaki asgari müşterekler dışında bir homojenlik yoktur. Gizliliği sadece mücadelenin gerekleri oluşturur. Örgütlenmeler hayatın her alanında -mücadelenin olduğu her alana ve yere- yayılır.

Parti ise, bunun dışında ve ayrı olarak tamamen gizli, ilişkileri cephesel yapıların içine ve dışına da taşan, fakat kendi örgütsel kimliklerini cephesel örgütlenmelere dayatmayan, ancak başarı ve deneyimleri oranında rol aldıkları bir ilişkidir.

Konuya bu perspektif ışığında yaklaşan bizler için proletarya partisinin yaratılması sorunu önümüzdeki en temel sorun olma özelliğini korumaktadır. Bu aynı zamanda emekçi halk güçlerinin var olan sınıfsal çatışma içerisinde daha etkili, yoğun ve örgütlü yer alabilmesinin de koşuludur. Bu koşulu yerine getirmeye aday olan hareketimiz, önümüzdeki süreci bir partileşme süreci olarak belirlemiştir.

Partileşme süreci

Ülkemizde geniş emekçi halk yığınları sistemle barışık değil; çatışmalı veya çatışmasız, etken veya edilgen olan ve birbirinden farklı yaşam kesitlerine sahip bu yığınların ortak paydası memnuniyetsizliktir. Bu memnuniyetsizliğe rağmen, emekçi halk güçlerinin bütünlüklü/örgütlü bir seviyeye sıçratılamaması, varlıklarının yok sayılabilmesine ve sisteme karşı barikatların en geri planda kurulması projelerinin yapılmasına sebep -gerekçe- olabilmektedir. Toplumsal muhalefetin potansiyel varlığı ile örgütsel varlığı arasındaki bu açı; 1) Devrimci bir öznenin -partinin- yol göstericiliğinden yoksun olunması (*) 2)12 Eylül ile beraber yaşanan yenilginin izlerinin bugün halâ felaket tellallığının beslendiği bir kaynak olma özelliğini sürdürmesi 3) Aynı beslenme ilişkisinin dünya ölçeğinde sosyalizmin aldığı yara üzerinden sürmesi sebebiyle varlığını korumaktadır.

Kitlelerin tepkisinin somut bir biçime, bir pratik tavır alışa dönüşmesi, hak arama bilincinin gelişmesine bağlıdır. Halkın içinde bulunduğu yaşam koşulları, diyalektik yasalar gereği böyle bir bilince gerekli maddi zemini hazırlar. Ancak, koşulların algılanarak bilince çıkarılması süreci kendiliğinden bir seyir izlemez. Toplum, sürekli müdahale altındadır ve bilinçlerin yanıltılması işi adeta kurumlaşarak sistemin bir parçası haline gelmiştir. İşte böyle bir etki altında bulunan halkın, bilinçlenme düzeyini yükselterek nihai hedef bilincine ulaşabilmesi, bir başka müdahaleyi devrimci bir iradeyi şart koşar. Diğer bir ifadeyle, emekçilerin çok yönlü parçalı ve dağınık mücadelesini bir bileşke kuvvet biçiminde aynı potaya toplayıp sisteme karşı harekete geçirebilecek bir öncü organizasyon olmadan, siyasal iktidar mücadelesinin başarılması mümkün değildir. O halde, proletarya partisinin olmadığı koşullarda temel siyasi görev, böyle bir organizasyonu yaratmaktır. Bu öyle bir görev ki, diğer tüm görevler buna tabi ve tali bir ilişkilenme içerisinde değerlendirilir. Çözümünün, diğer sorunların da çözümünü koşullaması sebebiyle, yapılacak her pratik faaliyet bu göreve hizmet etme ölçüsüyle değerlendirilir.

Devrimci Hareket, önüne çıkan sorunları çözerek ilerlerken atılan her adım, parti olma hedefine yakınlaştırıcı bir işlev görecektir. Temel mücadele biçimi kavramını, proletarya partisi tarafından sürdürülen siyasi iktidar mücadelesinin temel yürütülüş biçimi olarak kavrayanlar için şaşmaz bir kuraldır: “Proletarya partisi henüz kurulmamışsa, ana görev, proletaryanın öncü müfrezesini oluşturmaktır.” (Mahir Çayan).

“Savaşı zafere ulaştıracak bir yapılanışa sahip olan; öncü savaşını, bütün emekçi halkın silahlı savaşına dönüştürebilecek niteliklere; öncünün eylemini, yığınların eylemine doğru geliştirebilecek bağlantı kayışlarına sahip bir savaşçı partinin yaratılabilmesi, partileşme süreci boyunca böyle bir çalışma ve örgütlenme anlayışına uygun bir mücadele pratiği içinde olmakla mümkün olabilir.” (Devrimci Yol, s:16) diyen Devrimci Yol, partileşme sürecinin -sanıldığının aksine denli zorlu bir süreç olduğunu da tanımlamış olmaktadır. Kolaycılık, asıl olarak, böyle bir yöntemden kaçınarak gerçekleştirilen organizasyonlar için geçerli ve mümkündür.

Parti olmaya aday tüm oluşumlar bir partileşme sürecinden geçmek zorundadır

Kendini bir parti olarak ifade etmek isteyen her siyasi eğilim, şu ya da bu biçimde bir partileşme süreci yaşamak zorundadır. Yaşanan sürecin biçimi ise hedeflenen örgütlenme ve mücadele biçimine sıkı sıkıya bağlıdır. İllegal veya yarı illegal bir örgütlenme hedeflendiğinde (savaşçı bir örgütlenme) kitlelerle canlı organik ilişkileri olan kadroların yaratılması süreci de özgünlük taşıyacak, legal örgütlenme sürecine göre daha farklı -genellikle de daha uzun- bir süreç kapsayacaktır. Eğer mesele, ’80 öncesinin Devrimci Yol’un yaşadığı sürecin fotokopisini çekmek olarak algılanmıyorsa, bilinmelidir ki; bu türden süreçlere karşı olduğunu söyleyen yapılanmalar bile bir çeşit partileşme sürecinden geçmektedir. Amaçlanan şeyin; bir hazırlık, bir ön oluşum, bir birikim olduğu kavranırsa aradaki farkların sanıldığı kadar büyük olmadığı görülecektir.

Partileşme sürecinin biçimi ve evreleri, ülkedeki ekonomik-siyasal yapıyla, partileşmeyi hedefleyen siyasal yapının subjektif konumuyla da yakından ilintilidir. Örneğin, ’80 öncesi Devrimci Yol’un çok sınırlı sayıda kadro ile başlattığı partileşme süreci ile, 1980’li yılların ilk yarısında ihtiyaç haline gelen süreç birbirinden farklı özellikler taşıyacaktı. Çünkü alınan ağır yenilgilere rağmen hala kitle ile oldukça iyi ilişkilere sahip geniş kadro kaynakları mevcuttu. İdeolojik-politik çizgide ise önemli bir sarsıntı yaşanmamıştı.

Devrimci Yol’un başvurduğu yöntemin, geçmişte THKP/C’nin yaşadığı partileşme sürecine benzememesi gibi, farklı siyasal organizasyonların ihtiyaçlarca da belirlenen bu tür süreçlerde aynı tarzı uygulaması beklenmemelidir.

Bir partileşme sürecine neden ihtiyaç duyulduğu ve bunun nasıl bir seyir izleyeceği doğru kavranmalıdır

Ülkemiz devriminin uzun süreli bir halk savaşından geçerek zafere ulaşacak olması, bu sürece öncülük edecek organizasyonun biçimlenişini doğrudan etkiler; halkın hangi talebinin nasıl karşılanacağından, silahlı savaşın organize edilmesine kadar pek çok faktörün örgüt biçimi üzerinde etkide bulunacak olması her dönem ve her koşul için geçerli bir parti modelinin oluşmasına izin vermez. Her ülke devrimcisinin önünde Leninist parti teorisinin evrensel doğruları ve çeşitli devrim deneyleri bulunur. Bu deney ve birikim ışığında, devrim anlayışı ile ilişkilendirilmiş bir biçimde yürüteceğimiz partileşme süreci; amaca en uygun olan aracı oluşturma şans ve olanaklarını verecektir.

Denebilir ki, “Bir kongre dahilinde, yetkili organları seçip bir de yazılı program ve tüzük oldu mu al sana parti; bu işi neden bu denli abartıyorsunuz?” Uzun süreli bir savaşı örgütlendirerek zafere ulaştırabilecek olan öncü savaşçı bir partinin yaratılması sürecini ciddiye almak ne denli abartı ve gereksizlik içerir, bilemiyoruz; ama böyle bir görevin hafife alınmasının sonuçlarını yaşayarak hep beraber gördük.

Siyasal iktidar mücadelesinin en yoğunlaşmış organizasyonu olan parti, bir miktar insanın bir araya gelerek “yaptım, oldu” demesi ile gerçekleşecek türden bir olgu değildir. Devrim anlayışı ve çalışma tarzı ile bir uygunluk arz etmek durumunda olan parti, uzun süreli ve iradi bir çabanın ürünü olarak ortaya çıkar. Örgütlenmenin belirli bir olgunluk seviyesine taşınması anlamına da gelen partileşme süreci; sınıflar mücadelesinin mümkün olan tüm alanlarında belirli bir program dahilinde hareket eden, yeterli sayıda kadronun uyum bütünlüğü ile amacına ulaşır.

Partinin salt bir organlar bütünü, bir hiyerarşi olarak algılanması partileşme sürecinin kimi çevrelerde örgütsüz, dağınık, amorf bir yapılanma çağrışımı yapmasına sebep olmakta ve gerçek niteliği/işlevi anlaşılamamaktadır. Sanıldığının aksine partileşme süreci; sistemli, bütünlüklü ve özverili bir çalışmayı gerektirir. Herkes, elinden gelenin azamisini yaptığı ölçüde bu sürece hizmet etmiş olur. Süreç, partileşmeye yönelik bir program ve örgütlülük dahilinde yürür; ancak burada bilinmesi gereken en önemli nokta, bu görevler yerine getirilirken, sınıflar mücadelesinin uzun veya kısa vadeli gereklerinin ıskalanmayacağı, aksine bunlar karşılandığı oranda ilerleme sağlanacağıdır. Diğer bir ifade ile böyle bir süreç, hayatın önümüze koyduğu görevlere sırt çevirip “örgütsel iç meselelere” daldığımız bir süreç de olmayacaktır.

Politika üreten/uygulayan, kitlelere hedef göstererek onları siyasal eylemlilik içiresine sokan devrimci bir örgütlenmenin temel meselelerinden biri de kadro sorunudur. Zaten partileşme süreci bir anlamda kadrolaşma sürecidir. En geniş kitle çalışması içinde en dar kadro çalışması biçiminde anlamlandırılan bu süreçte amaçlanan parti; devrimciler örgütü, öncü savaşçı örgüttür. Sürecin tamamlanması bir nitelik kazanma sorunudur; istendiği an, istendiği biçimde program hedeflerine yönelebilme yetkinliğidir… Partinin kitlesel bir nitelik kazanması, partileşme sürecinin ikinci aşamasında, mücadele içerisinde gerçekleşir.

Bizler biliyoruz ki devrime giden yolun gerektirdiği çalışma tarzına ancak sınıflar mücadelesi tarafından tayin edilen karmaşık görevler bütününün ürünü olan kadrolar yerine getirebilir. İdeolojik birlik temelinde bir araya gelen kadrolar, aynı zamanda kadro çalışması da yapar. Böyle bir çalışma, devrimci mücadelenin gereklerini yerine getirme çabasıyla birbirini bütünleyerek yürür.

Proletarya partisi için, mutlak doğruların biçimlendirdiği, zamanlar ve mekanlar üstü bir model yoktur. Var olan sömürücü sınıf iktidarının devrilmesi aşamasında rol alacak bir parti organizasyonu, devrim sonrasında sosyalizmin yukarıdan aşağıya inşası amacına göre yeniden şekillenir. Aynı biçimde, devrimin yolu ve niteliğinin sürece öncülük edecek organizasyon üzerinde tayin edici bir etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.

Devrimin, emperyalist-kapitalist ülkelerde uzun süreli devrimci bir çalışma ile bilinçlendirilmiş kitleler tarafından genel bir ayaklanma yoluyla gerçekleşmesi ile yeni-sömürge ülkelerde silahlı mücadele temelinde uzun süreli bir halk savaşı sürecinden geçecek olması doğaldır ki farklı parti organizasyonlarını gerekli kılacaktır. Hatta, benzer iktisadi şekillenmeye sahip ülkeler için bile mutlaklaştırılmış örgüt şemaları oluşturmak, mücadelenin zenginliğini ve ihtiyaçların değişkenliğini yadsımak anlamına gelecektir.

Partileşme süreci cephe örgütlenmesini içererek gelişir

Örgütsel dinamiklerin asli olarak bağımsız siyasal örgütlenmeyi besleyerek sağlamlaştırma yönünde değerlendirilmesi; bir parti örgütlenmesine giden yolda kilometre taşlarının sağlıklı döşenmesi bugün için temel siyasi görevin cisimleşmiş ifadesidir. Bunun yanında cephesel örgütlenmenin alt unsurlarını örmek, bugünden yarına uzanan karmaşık görevler bütünlüğünün bir gereğidir.

Sınıfın bağımsız siyasal hareketini yaratma görevi ile anti-faşist, anti-oligarşik halk güçlerinin birleşik eylemini örgütleme görevi, karşı karşıya getirilmemesi gereken bir içiçelik taşır. Her ne kadar, partiyi yaratma görevi temel ise de bu, tali olanın sonraya bırakılması anlamına gelmez. Parti için atılacak her adım cepheye, cephe için atılacak her adım partiye etki yapacak türde bir karşılıklı beslenme söz konusudur.

Uzun vadeli hesaplar yaparken, günün yarına feda edilmemesi koşulu, mücadelenin asgari gereklerindendir. Anti-faşist, anti-oligarşik halk cephesinin tüm ülkeyi kapsayan bir organik seviyeye ulaşması, elbette ki bir partinin varlığını/önderliğini gerektirir. Ancak, cephenin de uzun süreli bir çalışmaya bağlı olarak, mücadele içinde belirli bir olgunluğa evrileceği düşünülürse; neden parti örgütlenmesinin yanında, onunla beraber ve ona yardımcı olarak ele alınması gerektiği daha iyi anlaşılır. Böyle bir örgütlenmenin ülkemiz devrimine ve onun izleyeceği yola dair yapılan saptamalarla doğrudan ilintisi vardır. Proletarya partisi tarafından yürütülen öncünün devrimci eylemi, halkın devrimci eylemine mücadelenin ileri aşamalarında -süreç içerisinde- dönüşecektir. Ancak bunun kendiliğinden olmayacağı ve buna uygun örgütlenmelerin yaratılmış olması gerektiği gerçeği Direniş Komiteleri’nin işlevini daha çarpıcı biçimde ortaya çıkarmıştır. Bugüne dek cephesel örgütlenme adına denenmiş en ciddi, en kalıcı ve en uygulanabilir biçim olma özelliğini taşıyan böyle bir komiteleşme şekli, günün ihtiyaçları gözetilerek geliştirilip uygulanabilirse; çözümü başka yerde aranan pek çok sorunun aşılmasına uygun bir zemin yaratılmış olacaktır. İşte, öncünün savaşını bütün bir halkın savaşına dönüştürecek olan bağlantı kayışlarının oluşturulması, partileşme süreci boyunca böyle bir çalışmanın yapılmış olmasıyla mümkündür.

Partileşme süreci, bir kadrolaşma süreci olmasının yanında aynı zamanda parçalar arası uyumun, bütünlüğün ve olgunlaşmanın amaçlandığı bir süreçtir

Partileşme süreci, asgari düzeyde bir ideolojik netlik üzerine kurulur. Hasbelkader bir araya gelmiş insanlar “parti” gibi bir amacı önüne koyan iradi ve zorlu bir sürecin ne programlayıcısı ne de taşıyıcısı olabilirler. Başlangıç aşamasında dahi benzer ideolojik gıda kaynaklarına, izlenecek hat konusunda asgari müştereklere sahip olunur. Üzerinde ortaklaşılan ideolojik-politik hattın hayata geçirilmesi bir kadrolaşma sürecini gerektirir. Bu süreç, bir taraftan ideolojik netliğin çapını büyütürken, diğer taraftan kadro sorununu çözecektir. Kadro sorunu sayısal olmaktan çok; yaşama nüfuz etme, yöntemi içselleştirme, sorunları tanıma, çevre ve organik ilişkiler içerisinde dinamik bir unsur haline gelme sorunudur. Devrimciler birer “joker” değildir. Herkes her ihtiyaca cevap veremeyebilir. Sahip olunan nitelikler -büyük ölçüde- siyasal pratik içerisinde kazanılır, geliştirilir ve yeteneklerin ihtiyaca en iyi biçimde cevap vermesi için gerekli olan ön süreçlerin yaşanması sağlanır. Örgütlenme, hiçbir zaman salt bir organlaşma olarak görülmemelidir.

Örgütler, kadro kaynağı ve beslendikleri kitlenin yapısı itibarıyla dış etkilere açıktır. Kendilerini sınıfsal olarak izole etmeleri mümkün değildir. Etkileri minimuma indirmek ise bir süreç sorunudur; sınıfa ait olmayan, terk edilmesi/aşılması gereken eğilimler örgütsel çatı altına girildiğinde-bir gece ansızın- yok oluvermez; bu eğilimlerle mücadele, örgüt içerisinde devam eder. “Komünistlik” sıfatını daha çok hakketmek (!) için kendi içerisinde küçük-burjuva eğilimlerin olmadığı/olamayacağı iddiasında da bulunanlar ise; “olmayan şeyle” mücadele etmeyecekleri için, bu eğilimlerle uzlaşmış olacaktır. Gerçekte böyle bir mücadeleyi reddetmekle partileşme süreci gibi bir ihtiyacı yok saymak, benzer bir yöntem hatasının sonuçlarıdır. Bir şeyin ön biçimlerini, olgunlaşmakta olan halini, ona doğru giden yolu o şeyin kendisi olarak görme yanlışıdır söz konusu olan. Örneğin Devrimci Yol’un 1979 sonrasındaki durumu, kendine “partiyim” diyen devrimci örgütlenmelerden çok daha “parti” idi. Diğer bir ifadeyle; onlara “parti” sıfatını kazandıran nitelikler Devrimci Yol’da fazlasıyla vardı. Devrimci Yol’un buna rağmen henüz parti olamadığını söylemesi, örgütlenme meselesine farklı yaklaştığının ifadesiydi. Bu farklılığın belki de akla gelen ilk belirtisi “işin kolayına kaçmamak” olmuştu. Direniş Komiteleri, Devrimci İşçi örgütlenmesi Devrimci Savaş Birlikleri gibi geliştirdiği, ihtiyaca dayalı örgütlenmeler bugün halen sol için birer yol gösterici örnek olma özelliğini korumakta, benzer biçimleri yaşama geçirilmeye çalışılmaktadır.

Parti gerçekliği açısından doğru siyasi çizginin saptanması önemlidir; ama her şey değildir. Diğer bir ifadeyle, siyasi çizginin uygulanması aşamasında kadrolar belirleyici bir rol oynar. Bu, aynı zamanda kadrolaşma sürecinin parti yaşamındaki öneminin de ölçütüdür. Çok yönlü görevler bütünü ile karşı karşıya kalacak olan partinin, organları arasında uyumlu bir işleyişin olması başarı için şarttır. Böyle bir uyumun da bir ön süreç gerektireceği açıktır.

“Piyano çalmayı ‘öğrenin diyor Mao Zedong, “piyano çalarken sadece birkaç parmağı hareket ettirmek yetmez, on parmağı da oynatmak gerekir. Ama on parmağın tümünü birden aynı anda tuşlara basarsak, ortaya hiçbir ezgi çıkmaz. Ortaya iyi bir müziğin çıkması için on parmağın da uyumlu ve düzenli hareket etmesi gerekir. Bir parti komitesi, merkezi görevine dört elle sarılmalı, aynı zamanda bu görevi esas alarak öteki alanlardaki çalışmasını da geliştirmelidir. Bugün birçok alanda çalışmak zorundayız. Bütün bölgelerde bütün silahlı birliklerde ve bütün kesimlerde çalışmalara göz kulak olmalıyız; bazı sorunları bir yana itip bütün dikkatimizi birkaç soruna vermemeliyiz. Nerede bir sorun çıkarsa, onun üzerine gitmeli ve bu yöntemi kullanmada ustalaşmalıyız. Bazıları iyi piyano çalar, bazıları da kötü; çıkardıkları sesler arasında büyük fark vardır. Parti komitelerinin üyeleri iyi ‘piyano çalmayı’ öğrenmelidirler.” (Mao Zedong, Seçme Eserler, cilt: 4, s: 358).

“İktidarın silah zoruyla ele geçirilmesi, sorunun savaşla çözülmesi, devrimin başlıca görevi ve en yüksek biçimidir. Bu Marksist-Leninist derim ilkesi gerek Çin ve gerekse bütün ülkeler için evrensel olarak geçerlidir.” (Mao Zedong, S.E., c: 2 s: 224).

Devrim gibi, örgüt anlayışı ve çalışma tarzında da evrensel ilkelerin söz konusu olması bu konularda tek tip bir şekillenmeyi gündeme getirmez. Aksine ülke koşullarına özgü farklılıklar ayrı ayrı modelleri gündeme getirir.

“Kapitalist ülkelerdeki proletarya partisinin görevi, uzun bir legal mücadele dönemi boyunca işçileri eğitmek, güç toplamak ve böylece kapitalizmi nihai olarak yıkmaya hazırlanmaktır. Bu ülkelerde sorun, uzun bir legal mücadele, parlamentodan bir kürsü olarak yararlanma, ekonomik ve siyasi grevler, sendikaların örgütlenmesi ve işçilerin eğitilmesi sorunudur. Orada örgütlenme biçimi legaldir, mücadele biçimi de kansızdır (askeri değildir.) (…)

Çin ise farklıdır. (…) Komünist partisinin buradaki görevi, esas olarak, ayaklanma ve savaşı başlatmadan önce uzun bir legal mücadele döneminden geçmek ve önce büyük şehirleri ele geçirip ardın- ‘dan köylük bölgeleri işgal etmek değil, tam tersidir. (…)

Çin Proletarya Partisinin temel görevi, hemen hemen ta başından beri karşı karşıya bulunduğu görev, mümkün olduğu kadar çok müttefik ile birleşmek ve koşullara göre ister içten ister dıştan gelsin, silahlı karşı-devrime karşı milli ve toplumsal kurtuluş için silahlı mücadeleler örgütlemektir. Silahlı mücadele olmaksızın, proletaryanın ve Komünist Partisinin Çin’de hiçbir varlığı olamazdı ve herhangi bir devrimci görevi başarıya ulaştırmak da olanaksız olurdu. (…)

Çin’in büyük bir bölümünde, partinin örgütsel çalışması ve kitle çalışması silahlı mücadeleye doğrudan doğruya bağlıdır; silahlı mücadeleden kopuk ve kendi başına yürütülen hiçbir parti çalışması ya da kitle çalışması yoktur ve olamaz da. Hatta muharebe bölgelerinden uzak cephe gerisi bölgelerinde ve düşman işgali altındaki bölgelerde bile partinin örgütsel çalışması ve kitle çalışması savaşla uyum içinde yürütülmektedir ve sadece ve sadece cephenin ihtiyaçlarına hizmet etmek zorundadır. Tek kelimeyle, bütün parti savaşa çok büyük önem vermeli, askeri sorunları incelemeli ve savaşa hazırlanmalıdır.” (Mao Zedong, S.E. C: 4, S:224-229).

Günümüzdeki partileşme süreci, Devrimci Yol’un ’80 öncesinde yaşadığı sürece büyük ölçüde benzer nitelikler taşıyacaktır

THKP/C’den Devrimci Yol’a, Devrimci Yol’dan günümüze uzanan süreçte -herşeye rağmen- bir süreklilikten söz etsek de bu sürekliliğin, siyasal pratiğin ihtiyaçlarına üretken bir zeminde cevaplamaya yeterli olmayacağı ve bunun bir önsüreç gerektirdiği bilinmelidir. Ancak üzerine bastığımız zeminde temel mücadele ve örgütlenme biçiminde geçmişe oranla önemli değişiklikler olmayacağı için yaşanacak süreç, doğal olarak benzerlikler taşıyacaktır. Bu benzerliklerden biri de kadrolaşmadır. Devrimci Yol’un eski kadrolarının önemli bir kısmının sistem tarafından içerilmiş edilmiş olması, sürecin özünü yine kadrolaşma üzerine oturtacaktır.

Geçmişte Devrimci Yol’un partileşme süreci, Türkiye toplumunun tarihindeki en büyük alt-üst oluşların yaşandığı, siyasal mücadelenin ivmesinin çok yüksek olduğu bir dönem ile zamandaş olmuş ve bunun izlerini taşımıştır. Kadrolaşmada siyasal pratiğin rolü daha ağırlıklı olmuştur. Günümüzde ise, oldukça yavaş seyreden siyasal pratik nedeni ile teorik-pratik yetkinlik kadrolaşmada önemli yer tutarken, pratiğin bu seyri kadrolaşma sürecini de yavaşlatacak, zorunlu olarak da daha az kadro ile daha nitelikli örgütsel ilişkilerin hedeflenmesi kaçınılmaz olacaktır.

Partileşme sürecinin başından beri belirli bir örgütlülük dahilinde yürütülmesi gerektiğinden söz etmiştik. Bu bir hiyerarşi sorunun da gündeme getirir. İllegal, uzun süreli bir devrimci savaşı hedefleyen siyasal yapıların hiyerarşi sorunlarının kongrelerle çözümlenebilmesi oldukça zordur. Bunun yerine özellikle tabanda demokratik öğelerin ağırlıkta olduğu, yetkin kadroların oluşturduğu daha nitelikli ilişkiler de ise merkeziyetçiliğin arttığı bir yapılanmanın sürecin sorunlarının çözümünde başarılı olma olasılığı daha yüksektir.

Partili bir yaşama geçmeden önce bir “hareket” olarak varlık gösterme sorunu, büyük oranda içinde yaşanılan devrim aşaması ile ilgili bir sorundur. Bu yönüyle siyasal yapıların tercihlerinden bir oranda bağımsızdır. Devrimci hareketler, siyasal partilere göre daha heterojen yapılardır. Özellikle demokratik halk devriminin gündemde olduğu toplumlarda, bu hedef doğrultusunda mücadele eden kesimler oldukça geniştir. Devrimci hareketlerin kitlelerinde -siyasal pratiğin önemli oranda belirleyici olduğu kadrolaşma sürecinde kadrolar arasında bile- önemli düşünce ve eğilim farklılıkları vardır. Partileşme süreci aynı zamanda devrimci hareketlerin saflarındaki farklı eğilimlerin ideolojik netleşmeye bağlı olarak da aşıldığı bir süreçtir. Ve Marksistlerin kendi ideolojik kimliklerinden kaynaklanan üstünlükleri ile diğer kesimlerin önderliğini ele geçirdikleri süreçlerdir. Tersi hallerde; her şey bir kongre meselesine indirgenirse veya kongre, her derde deva olarak görülürse -sıkça rastlandığı gibi-kongrenin, kendisi gibi düşünmeyenlerin yapılardan dışlandığı sürekli azalan ve küçülen siyasal yapılar oluşturmaktan öte işlevinin olması oldukça zordur.

Bugün, her şeye rağmen teslimiyeti örgütlemekte ısrar eden ve ülkenin koşullarına, yaşanan iç savaş sürecine gözlerini kapsayan “yeni dünya düzeninin sosyalistleri”ne uyarımızdır: Çıkarın artık gözlerinizdeki at gözlüğünü ve “kapalı odanızdan çıkın, çevrenize bakın ve yanıtlarınızı sokaklarda arayın. Her yerde barışçıl ve silahsız yurttaş yığınlarını kurşunlayarak iç savaşı başlatan bizzat hükümet olmamış mıdır?” (Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, S:81)

Emperyalizme ve Faşizme Karşı Devrimci Hareket

Sayı 5 | Eylül-Ekim 1997

  • Ana Sayfa
  • Dergi Arşivi
  • İletişim
devrimcih@yahoo.com

© 2019 Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Hareket Dergisi

No Result
View All Result
  • Gündem
  • Makaleler
    • Emperyalizm ve Dünya
    • Emek Hareketi
    • Ulusal Sorun
    • Bilim & Felsefe
    • Tarım Sorunu
    • Kadın Mücadelesi
    • Kültür & Sanat
    • Çevre Sorunu
    • Sağlık
    • Eğitim
  • Temel Tezler
  • Doğru Yerden Öğrenelim
  • Devrimci Kişilik
  • Hareket’e katıl!

© 2019 Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Hareket Dergisi